7 Mart 2009 Cumartesi

Göktürkler

Göktürkler
Asya "Büyük Hun" imparatorluğundan sonra, her bakımdan temsil ettiği Türk kültürü itibariyle 2. "süper" Türk imparatorluğu niteliğinde olan Gök-Türk hakanlığı, "Türk" sözünü ilk defa resmî devlet adı olarak benimsemekle bütün bir millete ad vermek şerefini kazanmış, Doğu Sibirya'daki Yakut Türkleri ile batıda Ogur (Bulgar) Türklerinin bir kısmı dışındaki Türk asıllı bütün kütleleri kendi idaresinde birleştirmiştir. Hakanlığın yıkılmasından sonra bir yelpaze gibi açılarak dört tarafa yayılan çeşitli Türk zümreleri gittikleri yerlerde 'Türk" adını ve Gök-Türk idarî, siyasî ve iktisadî geleneklerini yaşatmışlardır. Yine bütün bu Türklerin tarihinde Gök-Türk teşkilatının, edebiyatının, töre ve hayat telakkisinin izleri görülmüştür. Gök-Türk-lerden sonraki çağlarda, R Türkçesi (Ogur lehçesi) müstesna, bütün Türk lehçe ve ağızları Gök-Türk Türkçesi'nin damgasını taşır. Doğudan batıya:Orta Asya, Türkistan, Maveraünnehir, Kuzey Hindistan, îran, Anadolu, Irak, Suriye ve Balkan Türkleri, Gök-Türkler yolu ile Türk'tür.

Bizim bugün diğer Türk devlet ve zümrelerinden ayırdetmek üzere Gök-Türk (Kök-Türk) dediğimiz bu topluluk ve devletin adı "Türk" veya "Türük" idi. Ancak, kitabelerin bir yerinde kendini Gök-Türk olarak tanıtmıtır ki, "Gök'e mensup, ilahî Türk" manasma gelen bu tabir V. Thomsen'e göre hakanlığın parlak devresine işaret etmekte olmalıdır (herhalde Mu-kan Kagan zamanı).

Gök-Türk hakanlığı çağında, daha doğrusu 6.-9. asırlarda Orta Asya'da tarihî rol oynayan toplulukların, çeşitli adlar altında gruplaşan Tölesler olduğu anlaşılmaktadır. Türkçe Töles kelimesi ihtimal "asıl, kök, temel" manalarına gelmektedir. Bk. L. Bazin, Les Calendriers..., s. 661, 667.

Töles (Tölös, Tolis, Çince'de T'ie - lo, T'ieh - le)'ler, Çin kaynaklannda eski Hun boylanndan olarak zikredilen ve bütün Orta Asya'ya yayılmış kalabalık Türk kütleleri bütünüdür. Sui-shu (Çin Sui hanedanımn - 581 - 618-yıllığı)'da 50 kadar kabilesi sayılmakta ve şöyle sıralanmaktadır: l'i Baykal gölünün kuzeyinde, 5'i Tola ırmağı kuzeyinde, 5'i Tanrı dağları kuzey eteğinde, 9'u Altaylar'ın güneybatısında, 4'ü K'ang (Semerkant havalisi) "krallığı"nın kuzeyinde, 10'u Seyhun boyunda, 4'ü Hazar'ın doğusu ve batısında, 6'sı Fu-lin(Bizans)'in doğusunda" . Ancak Baykal gölünden Karadeniz'e kadar yayılan bu toplulukların hepsini de Türk menşeli saymak doğru olmasa gerektir. En batıda gösterilen bazılarının (mesela Alanlar) îranlı oldukları biliniyor. Wu-hun (=Ugor)'lar da Urallı bir kavim grubudur .Ayrıca Ogur boylarının da T'ieh-le'ler olarak zikredildiği anlaşılmaktadır. Töles boylarının, taşıdıklan adlar henüz tamamen çözülememiş olmakla beraber, Hunlardan geldikleri ve umümîyetle dil ve örflerinin Gök-Türklerinkinin aynı olduğu belirtilmiştir' ". Bazı Çin kayıtlarına göre, Tabgaçlar devrinde (386-534), yüksek tekerlekli araba kullandıklanndan dolayı Kao-kü (Chao-ch'e = yüksek tekerlek) diye adlandırılan bir kısım Töles kabileleri diğer Türkler gibi kendilerini kurt ata'dan türemiş kabul ederlerdi. Ayrıca, T'ang-shu (Çin T'ang sülalesi -618-906- yıllığı)'da da 15 Töles kabilesinin adlan verilmiştir. Gök-Türk hakanlığı zamanında Orta ve Doğu Asya'da gruplaçan Tölesler ile diğer ilgili bölgelerdeki topluluklar şunlardır:

1. Tarduş (Çince'de Sie Yen-t'o, Hsieh Yen-t'o. Hsie/ = Sir/ Yen-t'o = Tarduş?) lar .Töles kabilelerinden bir grup (herhalde Tarduş: Hakan Tar-du'nun unvanı ile anılanlar: Batı Gök-Türk'leri= On-oklar) Altaylar'ın batı-sında oturmakta olup Töleslerin en zengin ve kuvvetlileri olarak gösterilirler.

2. Uygur'lar. Töleslerden bir kütle. Tola ırmağının kuzey sahasmda yer almışlardı.

3. On-0k'lar (ihtimal "Tarduş" diye de adlandırılan Töles grubu), Altaylar'dan Seyhun (Sır-derya) yakınlarına kadar uzanan geniş bölgede görünüyorlar. Çu ırmağı-Isık göle göre, 5'i doğuda To-lu (sol kanad), 5'i batıda Nu-çi-pi (sağ kanad) adı ile 10 kabileden kurulu olup, "Batı Gök-Türkleri" diye de anılmışlardır. Türgişler (aş.bk.) To-lulardan idiler. Ayrıca bunlar-dan bir kısmı Çu-yüe (Çiğil?) ve Ç'u-mi (Çumul) adları ile anılan Türk kabi-leleri ile birlikte 630'u takip eden yıllarda, Gök-Türk hakanlığının fetret devresinde, Beş-balık civanndaki kurak bozkırlara çekilmişler ve Şa-t'o (Çince çöl veya Türkçe sadak? Veya Çiğil'ler?) adını almışlardır.

4. Karluk'lar. Altaylar'ın batısında idiler .

5. Oğuz'lar (630'dan sonra bu adla ortaya çıkan Töles boyları.) Selenga ırmağı- Ötüken bölgesinde oturuyorlardı .

6. Doğu Avrupa'da Türk topluluklan: Avar'lar , Hazar'lar , Ogur'lar , Peçenek'ler ve ihtimal Kıpçak-Kuman'lar vb.

7. Kırgız'lar. Baykal'ın batısında, Yenisey nehrinin kaynakları bölgesinde idiler .

8. Basmıllar (Çince'de Pa-si-mi). îdi-kut(hükümdar)'unun Türk olduğu belirtilen bu kavmin aslen yabancı olup, Türklerle karıştığı ileri sürülmüştür. Daha ziyade îç-Asya'da Beş-balık havalisinde görünmektedirler.

9. K'i-tan, Tatabı, Dokuz-Tatar, Otuz-Tatar gibi Moğol soyundan kabileler doğu bölgesinde Kerulen ve Onon nehirleri havalisinde bulunuyorlardı.

Ancak hatırlatmak gerekir ki, bütün bu topluluklar, zaman zaman yer değiştirmekte, arada bir çözülen boylardan yeni birlikler meydana gelmekte, hülasa oynak kütleler teşkil etmekte idiler. Yine görülmektedir ki, Tarduç, Uygur, On-ok, Oğuz, Ogur, Hazar vb. gibi isimler Türk soyundan gelen kütlelerin türlü teşkilatlanmalar dolayısiyle aldıkları adlardan ibarettir. "Türk" de, bilinen manası ile önceleri belirli bir topluluğun (Aşına ailesi etrafında toplananların) adı iken sonraları yaygınlaşmıştır.

Gök-Türkler, Çin kaynaklarının açıkça belirttikleri üzere, Asya Hunlarından iniyorlardı Başbuğ ailesi olan Aşına soyunun bir dişi kurttan türediğine dair o çağda pek yaygın olduğu anlaşılan rivayetler Gök-Türklerin erken tarihini efsanelerle karıştırmaktadır. Ancak kurttan-türeme geleneğinin Asya Hunları arasında da mevcut olması ve kurt ata'nın Türkleri dar, geçilmez yollardan selamete ulaştırdığı (Bozkurt Destanı'nın aslı) rivayetinin Hunlarda görülmesi Gök-Türklerin Hunlara nisbetini ortaya koymaktadır. Aşına ailesinin, yalnız bir erkek çocuk hayatta kalmak üzere, katliama uğramış olduğu rivayeti , Tsü-kü (aslında Asya Hun devletinde bir unvan) adlı Hun ailesine mensup Meng-sün tarafından kurulan Kuzey Liang Hun devletinin (yk. bk.) 439'da Tabgaçlar tarafından yıkılması hadisesine bağlamak mümkündür. Sui-shu (Çin yıllığı, 581-618)'ya göre, bu Hun devletinde idareyi elinde tutan Tsü-kü(Chü-ch'ü)'ler imha edildiği zaman A-shih-na (Açına) kolu 500 ailelik bir kütle halinde, Kan-su bölgesinden göçerek, Juan-juanlara sığınmışlardı. Gök-Türklerin nüvesini teşkil ettiği belirtilen ve Meng-sün'ün oğlu An-çu ve sonra torunu Şu'nun öldürülmesi üzerine önce Hsi-hai'da iken sonra Altaylar'a nüfüz eden bu kütle, Chü-ch'ü (Tsü-kü)ler yolu ile de Asya Hunlarına bağlanmaktadır ve hatta, bu kısa göç hareketini idare eden Aşına soyunun, Güney Hun tanhuları yolu ile Mo-tun'un mensup olduğu ünlü T'u-ko (Tu-ku) ailesinden gelmesi kuvvetle muhtemeldir . Kurt ata inancı dolayısiyle Gök-Türk hakanlık belgesi, altından kurtbaşlı sancak (tug) olmuştur.

Tabgaç Devleti

Tabgaç Devleti

Tabgaç Devleti
4. yüzyıl sonlarına doğru Kuzey Çin'de (Şan-si'nin kuzeyi) kudretli bir siyasî teşekkül meydana getiren, Çinlilerin To-ba (veya T'o-pa) dedikleri topluluğu Türkler "Tabgaç" diye anmışlardır. Orhun kitabelerinde sık sık geçen ve Gök-Türkler aracılığı ile Bizans kaynaklarına da "Taugast" şeklinde intikal eden "Tabgaç" kelimesi "Çin" manasına da alınmıştır. Çünkü Gök-Türklerin ilk zamanlannda Türklerce "büyük" tanınan bu sülale Doğu'nun kudretli hanedanı olarak Çin'de hüküm sürmekte idi. Aslında Türkçe ulu, muhterem, saygıdeğer" manalannı ifade eden Tabgaç tabiri bilindiği gibi, sonra bazı Kara-Hanlı hükümdarları tarafından unvan olarak (Taf-gaç, Tamgaç) kullanılmıştır. Kaşgarlı Mahmud'un, Türklerden bir bölük olduğunu kaydettiği Tabgaçlar, Çin yıllıklarına göre Asya Hunları'ndan bir kısımdır ve sülalenin resmî tarihinde (Wei-shu) Motun, eski To-pa (Tab-gaç) hükümdarı olarak gösterilmiştir. Tabgaçların örf, adet ve geleneklerinden çoğu, Kurt efsanesi; magara, dag, orman kültleri vb. ve Göç efsanesi (bk. aş. Kültür: Destanlar) Türklerle ilgili bulunduğu gibi, dillerinin de Türkçe olduğunu ortaya koyan deliller vardır: Bitegçin (bitikçi, katip;dış-işleri bakanı?), kapukçın (kapıcı; hacib?), atlaçın (atlı, süvari birliği), tabagçın (yaya, piyade birliği), korakçın (koruyucu, muhafız kıtaları), yamçın (posta sürücüsü), hiencin (posta menzilleri idarecisi; hancı?), aşçın (aşçı;mutbahçı başı?), törü (kanun, töre), il (devlet) vb." . Tabgaç hükümdannın ağzından şöyle bir Türkçe ibare nakledilmiştir: "Atıg belgiıtef;" (yani "bir (başbuğa verilen) isim, (onun yaptığı) işi belirtmeli=belgelemeli)" Wei-shu, Nan ch'i-shu, Liu-Sung-shu gibi Çin kaynaklarına geçen bu kelime ve tabirler, aynı zamanda Tabgaçların devlet idaresi ve askerî kuruluşları hakkında da bilgi verir durumdadır. Bununla beraber, bu Türk devletinde oldukça büyük ölçüde Moğolların da yer aldığı anlaşılıyor. Araştırmalarda kendileri bile bir ara Sienpiler arasında görünen Tabgaçlara bağlı kabilelerden kimlikleri tesbit edilebilenlerin yarısından fazlasınm Moğol menşeli olduğu neticesine varılmıştır. Ancak Moğollar, diğer Tunguzlar ve Çinli halk ile birlikte, şüphesiz teb'a durumunda idiler. Önce kuzey Şan-si'de Tai başkent olmak üzere küçük "Tai veya I. T'o-pa" devletini (315-376) kuran Tabgaçlar, daha ilk başbuğları olarak bilinen Şa-mo-han(ölm. 277)'dan itibaren diğer küçük Hun devletleri ve Si-en-pi kütleleri ile mücadeleye giriştiler ve nihayet Ch'in devleti başındaki, Tibet menşeli Fu-Chien iktidarının çökmesi (384) üzerine etraftaki mahallî hükümetçikleri (16 kadar) idareleri altına alarak büyük devlet haline geldiler. Tabgaç devleti (386-556), Çinlilerin Wei (Pei-Wei = Kuzey Wei) adı-nı verdikleri hükümdar ailesinden K'uei zamanında (386-409) verimli toprakların Doğu Çin'deki dağınık Siyen-pi gruplarından zaptedilmesi ile gelişti. Küçük Ts'in (394'de) ve Liang (403'de) devletleri tabiiyete alındı. Baş-kenti P'ing-ç'eng (Tai) şehri idi. Az sonra devletin nüfüzu, bir yandan Pekin yakınlarına, bir yandan Huang-ho nehri dirseğine kadar uzanmıştı. Kuzey istikametinde, Siyen-pilerin varisi olarak 4. asır sonlanndan itibaren kudretli bir siyasî teşekkül durumuna giren Moğol menşeli Juan-juanlar yüzünden ciddî bir genişleme olamıyordu. İki devlet arasında bazan çok şiddetli cereyan eden mücadele 150 yıl kadar sürmüştür. Hükümdar Sseu (409-423)'dan sonra Çin'in başkentleri Lo-yang, (Ho-nan'da) ve Ç'ang-an(bugün Si-ngan-fu, Şan-si'de)'ı ele geçirerek hakimiyetini Sarı-nehir bölgelerine yayan ve bütün Kuzey Çin'i tek idarede birleştiren büyük imparator T'ai-wu devrinde (424-452) Tabgaç devletı en parlak çağını yaşadı. Önce 2. Ts'in devletini kendine tabi kılan, 427'de Hun Hsia devletinin başkentini alarak, bütün topraklannı ele geçiren (431) ve 425'ten itibaren Juan-juan'ları mağlüp ederek bugünkü îç Moğolistan'ı istila eden (436) ve 435-439'da hakimiyetini batı'ya doğru genişleterek, îç Asya'daki Wu-sun, Yue-pan ülkelerini ve Kuça, Kaş-gar, Karaşar, Turfan baçta olmak üzere 30 kadar şehir-devletçiklerini idaresine bağlayan Tai-wu, 439'da Kansu (Gu-tsang=Kan- çou)'daki Hun devletini (Kuzey-Liang) ortadan kaldırdı. Böylece ünlü İpekyolu güzergahı tekrar Türk hakimiyetine girmiş oldu. 450'de güneyde Yang-tse nehrine de ulaşan Tai-wu, Çin askerinin "taydan ve düveden farksız" olduğunu söylüyor ve kendisi "Börü" lakabını taşıyordu.

İmparatorluk merkezini Türk hayat şartlarına oldukça uygun gelen bozkır bölgesinde (Kuzey Şan-si) tutan Tai-wu, o sıralarda Çin'de yayılmakta olan Budizm'in Türkler arasına nüfüzunu önlemeğe çalışıyor, idaresi altındaki Çin topraklarında bile Budistlerin faaliyetlerini kontrol ediyordu. Tapınaklarda ayinler dışında din propagandasını yasaklayan bir emirname çıkarmış (438) ve 446'da emre riayet etmiyenlerin şiddetle takibini emretmişti. T'ai-wu'nun Türk bünyesi ve seciyesini Budizm'in bozucu tesirinden korumak maksadını güden bu tutumunun mana ve değeri çok sonra anlaşılmıştır. Tedbirlerin ehemmiyetini farkedemeyen halefleri zamanında, yasak emri gevşetilen Budizm'in hatta himayesi cihetine gidildi. împarator Wen-ç'eng (Siun veya Sün, 452-465) ve Hong I (Hien-wen, 465-471) zamanlarında İç Asya'da tabiliğe alınan şehir-devlet sayısının 50'ye çıkarılması (456), Juan-juanların ağır mağlübiyete uğratılması (458-459)219, Güney Çin devletinden (Liu Sung) bazı bölgelerin alınması (466-469 arasında) gibi büyük askerî başarılara rağmen, gittikçe gelişen Budizm'in yayılışı, sonra büsbütün hızlanarak Tabgaç topluluğunun Çinlileşmesine zemin hazırladı. 480'den itibaren Kuça ve etrafını Ju-an-juanlara kaptıran ve 494'de başkenti, Devlet Meclisi'nin muhalefetine rağmen, bozkır bölgesinden güneydeki eski Çin merkezi Lo-Yang'a nakleden împarator Hong II (Hio-wen, 471-499), Türk töresine karşı ağırlık kazanan bu soysuzla§mayı (479'da yalnız başkentte 100 tapınak ve 2000'den fazla rahip bulunuyordu) 495 yılında, Türk örfünü, geleneklerini, giyimini, Tabgaç dilini ve hatta yazışmalarda Türkçe tabirlerin kullanılmasını yasaklamakla tamamladı.Buna karşı çeyrek asır kadar devam eden tepkiler bastırıldı.

Süan-wu(499-515)'dan sonra idareyi devralan İmparatoriçe Hu (515-528) Budizm'e o kadar düşkün idi ki, yabancı memleketlerdeki "dindaşları" ile de alakalanıyordu. 520'ye doğru Hindistan'da Ak Hun-Eftalit hükümdarı Mihiragula'yı ziyaret ettiğini gördüğümüz Çinli Budist rahip bu kraliçenin arzusu ile seyahat ediyordu. Tabiatiyle "Türk atalannın askeri vasfını kaybeden Tabgaç devleti yeni bölgenin ve yerli Çin halkının yol açtığı iktisadî ve sosyal sebeplerden de gittikçe gücünü kaybetmekte idi. Bütün Kuzey Çin'e hükmetmiş olan bu devlet 534'e doğru Doğu (Ho-nan'da) Wei'leri ve Kuzey veya Batı (Ç'ang-an'da) Wei'leri olarak ikiye aynldı ve kısa zaman sonra bütün arazileri Çinli hanedanlara intikal etti (Doğu NVei'leri yerine Ts'i (Ch'i) sülalesi: 550-577, Batı Wei'leri yerine Chou sülalesi: 557-581).

Ak Hun İmparatorluğu

Ak Hun İmparatorluğu

Ak Hun İmparatorluğu
Büyük kısmı Volga'dan batıya geçen Hunlardan Güney îran'a ve Batı Afganistan'a inen bir bölük olduğu tahmin edilen Orta Doğu Hunlarının hiç olmazsa, Ak Hun-Eftalit devleti hanedan ailesi ile hakim zümresini teşkil ettikleri ileri sürülmüş; veya bu devlet, Töleslerden Chao-ché (Kao-kü)= Uygurların ataları)'lere bağlı Hua kolu mensuplarının Cungary bozkırlarından Horasan bölgesine geçerek 5. asrın ortalanna doğru bir siyasî teşekkül haline gelmesi ile ilgili görülmüştür. Hun tarihinin bu noktası oldukça karanlık bir manzara taşımaktadır. Hakimiyetini Hazar kıyılannda Kuzey Hindistan'a, Afganistan'a, îç Asya'ya kadar genişleten bu kavmin veya kavimler topluluğunun çeşitli vesikalarda birbirinden farklı adlarla anılması durumu daha da karıştırmakta gibidir. Vaktiyle Ed. Chavannes Yeta'ların neş'et ettiği Hua (Hoa) topluluk adı ile "Hun" kelimesinin yakı ilgisi bulunduğunu düşünmüş ve J. Marquart türlü adlarla zikredilen bu kavmin, Priskos'daki Kidarita (Sasanî imparatorluğu hududunda Kafkaslar'da oturan Hunlar)'lardan ibaret olduğunu ileri sürmüştü. Bizans'lı tarihçi Theophanes(8. asrın 2. yarısı)'e göre "Ephtalit" adı, Sasanî imparatoru Peroz (Fîrüz. 459-484)'u mağlüp eden Hun hükümdarı Ephtalanos'tan alınmıştır. Bu adın aslında, Eftalit paraları üzerinde görülen Hephthal-khion olduğu ve birinci kelimenin sülale adını, ikincisinin de kavim ismini gösten bileceği bildirilmiştir. Diğer taraftan îskenderiyeli Kosmas İndikopleustes (545-549 arası) ile Bizans tarihçisi Prokopios (545-550 arası)'un eserlerinc ve eski Hind vesikalarında aynı kavimden Ak Hunlar(Bizans: Devkhoi Ounni; Hind: Şveta-Huna) diye bahsedilmiştir. 520 yılında Ak Hun-Eftalit hükümdannı ziyaret eden Çinli seyyah Song Yün'ün notlarından bu kavmin Hunlarla akrabalığı anlaşılıyordu . 5. asrın ilk yarısında Sasanîlerle çarpışan Ak Hun hükümdarı "Khakan" unvanını taşıyordu ve Afganistan bölgesindeki Ak Hun prensinin unvanı da "Tegin" idi. Bölge yerli halkının îranî asıldan olduğu şüphesizdir.

Ak Hun-Eftalit meselesi son zamanlarda bilhassa K. Czegledy'nin geniş araştırması ile oldukça açıklık kazanmış görünüyor. Buna göre, tarihî gelişme M. 350 yıllarında Altaylar havalisinden batıya doğru cereyan eden büyük göç hareketi ile ilgilidir. îç Asya'da Hun idaresinden sonra iktidara gelen Sienpilerin yerine kurulan büyük Juan-juan devleti'nde Uar ve Hun adlannda iki kabile grubu 350'lilerde bilinmeyen bir sebeple o devletten ayrılarak bugünkü Güney Kazakistan bozkırına gelmiş, buranın eski Hun halkını Volga'ya doğru ittikten (Avrupa Hunları) az sonra güneye yönelerek Afganistan'ın Toharistan bölgesine inmişti. 367'ye doğru, buradaki eski Kuşan (Büyük Yüe-çi) ülkesine hükmeden "Kidarita" hanedanı (ihtimal îran asılh)'nı da Baktria (Belh havalisi)'ya süren bu îç Asyalı kütle, söylendiği gibi, Uar (= Avar; ) ve Hun kabileler birliği idi. Bu birlik daha sonra Kangkü (Çu-Maveraünnehir) ve Sogd (Semerkand ve havalisi)'un hakimleri olarak (Çince'deki Hiung-nu ve Avrupa dillerindeki Hun şekilleri arasında mahallî söylenişlere göre bazı ufak değişiklikler gösteren) yukarıda sıraladığımız adlar altında anılmıştır. Hakimiyetini batıda Hirkania (Gurgan. Hazar denizinin güneyi)'ya kadar genişleten bu devlet 5. asır ortalarından itibaren Heftal adında yeni bir hükümdar ailesine sahip olmuş (bu ad ilk defa 457'de görülüyor) ve yıkıldığı 557 yılına kadar hem sülale, hem kavim olarak öteki adlar ve Ak Hun adı ile birlikte bu adı da taşımıştır. Yapılan tesbitlere göre, devlette rol oynayan kabilelerden bazıları şunlardı: Kadis-hun (Herat civarında. Pers kaynaklannda Hvon, Prokopios'da Eftalit diye zikredilen bu kabile sonra îran'ın batısına göçmüştür; "Kadisiya" yer adının menşei), Zavul (Zabul; bundan Zabulistan), Çol (Çöl? Gurgan = Curcaniye, havalisinde), Kernıikhion (Karmir-hyon= Kızıl? Hun), Askil-Eskil Bunlardan hiç olmazsa bir kısmının yerli olduğu aşikardır.

Sogd bölgesini ele geçirdikten sonra îran üzerine baskı yapan Uar-hunların 9 yıl kadar süren (358'e doğru) şiddetli hücumları karşısında yıkılma tehlikesi geçiren Sasanî imparatorluğu Şapur II'nin gayretleri ile kurtuldu. Hatta iki taraf arasında ittifaka varan bir andlaşma oldu ve bu durum üç nesilden fazla bir süre devam etti (bu arada, Şapur'un, 359'da Amida (Diyarbakır)'yı kuşatmasında yardımcı olarak Hun kuvvetleri de bulunmuştu). Fakat Bahram Gor zamanında (420-438) başlayan yeni taarruzlar (427'den itibaren), Sasanîleri sarstı. Sogd bölgesinden Ceyhun'un güneyine doğru gelişen istila hareketinin Bahram Gor tarafından başarı ile durdurulması onun en şöhretli ("kurtarıcı") İran imparatorlarından sayılmasına vesile oldu. Halefi Yazdgird II zamanının (438-457) sonlarına doğru Uar-Hun (Ak Hun)'ların başında büyük hükümdar, Eftal (Abdel) hanedanından, Kün-han (Kun-han Priskos'da Kougkhas, îslam kaynaklarında Akh.ş.n.var vb.) îran iç işlerine karışarak, himayesine aldığı velîahd Peroz(Fîrüz)'u Sasanî tahtına çıkarmış (459-484), hakimiyetini Kuzey Hindistan'a doğru genişleterek orada, başında Skandagupta'nın bulunduğu Gupta devletini dağıtmıştı (470'e doğru). 484 yılında Ceyhun kıyılarında Ak Hun-Eftalitler tarafından mağlüp edilerek Herat bölgesini kaybeden ve yıllık vergiye bağlanan Sasanîler'in bu sırada geçirdiği dinî-içtimaî bir sarsıntı ülkelerini ihtilale sürükledi. Bu, Mazdek isyanı idi. Mazdek, Mani inancındaki "ikili" telakki (ışık-karanlık, iyilik-kötülük mücadelesi) üzerine sosyal huzursuzluk amillerini de ekleyerek, o tarihlerde yorulan ve iktisadî darlık içine düşen topluluğu kurtarmak iddiası ile düşüncelerini yaymağa başlamıştı. Buna göre, insanların saadetini bozan iki unsur vardı. Biri servet, diğeri kadın. Bunlardan her ikisi de herkesin ortak malı olduğu takdirde yeryüzünden kölüluk kalkacaktı. Bu tipik komünist propaganda neticesinde arazi ve servet sahipleri ile aile müessesesine karşı kışkırtılan halk, Mazdek ve müridleri tarafından ayaklandırıldı. Din adamları ve asîller öldürüldü, kadınlar tecavüze uğradı, evler ve konaklar yağmalandı, tahrip edildi. Devletin sıhhat kazanacağı hususunda Mazdek'e inanmak gafletini gösteren Şah Kavad (veya Kubad, 488-496 ve 498-531) da hapsedilmişti; fakat o kurtulmak imkanını bularak komşu Ak-Hunlara sığındı (496). îran'da olup bitenleri yakından takip eden Ak Hun hükümdarı, insanlık yararına hiçbir şey göremediği Mazdek hareketini kırıp yok etmek için, Kavad'ı 30 bin kişilik Hun süvari birliği başında îran'a gönderdi. Bu suretle Şah, ihtilali bastırdı (498-499) ve hadiselerin gelişme-sinden felaketin derecesini kavrayan halkın da yardımı ile Mazdek ve taraftarları yakalanarak idam edildi. Tabiatiyle temizlik ve ülkenin sükünete kavuşturulması uzun bir zamana ihtiyaç gösterdiğinden, Sasanî imparatorluğunda hak, adalet ve mülkiyet esasında normal nizam, daha ziyade, Kavad'ın oğlu Husrev I. Anüşîrvan (531-579) devrinde kurulmuştur ki, bu şehinşah tarihte "Adil" lakabı ile anılır.

Çin kaynaklarına göre, iç Asya'da Hoten, Kuça, Aksu, Kaşgar ve etrafını hakimiyetlerine alan Ak Hun-Eftalitler bu arada Kuzey Hindistan'ı da zaptetmişlerdi. Bu harekat "Tegin" unvanını taşıyan ve Kabil'de oturan Toramana adındaki başbuğ tarafından idare edilmişti199. 6. yüzyılın ilk yarısında ise Toramana'nın oğlu Mihiragula (Gollas, 515-545) imparatorluk güney kanadının en azametli hükümdarı görünmektedir. Ordusunda daima 700 savaş filinin bulunduğu rivayet edilir. Fakat Budist rahipler (Song Yün ve ondan bir asır sonra buraya gelen Hiuen-tsang) bu "Huna kralı"ndan hoşlanmamışlardır. Çünkü Mihiragula Budizmi ülkesi halkı için tehlikeli sayıyor ve Budistleri kontrol altında tutuyordu. Buna karşılık, îskenderiye'den Hindistan'a giden tüccar (sonra keşiş) Kosmas tarafından ve 530 tarihli Gwalior kitabesi ile Sanskrit yazılı "Keşmir vekayinamesi"nde Mihiragula Hindistan'ın en büyük hükümdan olarak tasvir edilmektedir.

îran'da Anüşîrvan büyük bir devlet adamı olarak belirdikçe Ak Hun-Eftalitler sönükleşti. 552 yılında Orta Asya'da Gök-Türk hakanlığı kurulup îstemi Yabgu Maveraünnehir bölgesinde faaliyete geçtiği zaman ise, iki büyük imparatorluk arasında sıkışan Ak Hun-Eftalit devletinin, Gök-Türklerin mücadeleye giriştikleri Juan-juanlarla olan siyasi ve sıhri rabıtaları da fayda vermedi. Anüşirvan ve İstemi'nin ortaklaşa hareketleri neticesinde Ak-Hun iktidarı yıkıldı ve ülke Gök-Türklerle İranlılar arasında paylaşıldı (557).

Üç kol halinde gelişmiş olan hun siyasi hakimiyeti -Kafkasya'daki (Derben kuzeyi- Hazar denizi arasında) Hunların Hazar hakanlığı idaresine girinceye kadar süren kısa hakimiyetleri dışında- bu suretle tarihe karışmakla beraber, Hunlara mensup Türk soyundan çeşitli kütleler , büyük Hun çağında şahsiyetini bulan zengin kültürleriyle göreceğimiz gibi ,Asya ,Avrupa ve Afrika kıt'alarında , Tabgaç, Gök-Türk ,Türgiş, Karluk, Uygur, Oğuz,Bulgar, Sabar,Hazar, Kuman, vb gibi türlü adlar altında ve yeni güçlü devletler, imparatorluklar kurararak yaşamaya devam etmişlerdir. Türk milleti denilen büyük alemin çocukları olan bu kütleler , aynı zamanda Rus, Macar, İslav-Bulgar, Romen, Gürcü devletlerinin kuruluş ve gelişmelerinde başlıca rol oynamışlar ve daha sonraki bütün İslam-Türk siyasi teşekkülerine askeri, hukuki ve sosyal yönlerden anakaynak vazifesi görmüşlerdir.


Sasanilerler Mücadeleler

Sasanilerler Mücadeleler

Hunlar'ın büyük kısmı Volga'dan batıya geçerken, onlardan, güneye, İran'a inen bir bölük olduğu ileri sürülen Ak Hunlar, 5. asrın ortalarına doğru kuvvetlenerek büyük devlet haline gelmişlerdir. Maalesef Hun tarihinin bu noktası iyice açıklığa kavuşmuş değildir. Hâkimiyetini Hazar kıyılarından Kuzey Hindistan'a, Afganistan'a, İç Asya'ya kadar genişleten bu kavim veya kavimlerin adının çeşitli vesikalarda başka başka şekilde kaydedilmiş olması durumu daha da karıştırmaktadır. Bu kavmin Hunlarla akrabalıklarının açıklığı, 520 sıralarında Çinli seyyah Song-yun'un kayıtlarından anlaşılıyor. 5. Asrın ilk yarısında Sâsânîler'le çarpışan Ak-hun hükümdarına "hâkan" (Kağan) deniyordu. II. Yazdgird zamanında (438-457), İran üzerine baskılarını artırdıkları yıllarda Ak-Hunlar'ın başında en büyük hükümdarı sayılan Kunhas (başka okuyuşlar: Kuhanaz, Huşnavaz, Ahşunvar, Aksungur. Kün-han vb.) İran iç işlerine karışarak himayesine aldığı Firuz'u Sâsânî tahtına çıkarmış (459), hâkimiyetini Afganistan'a doğru genişleterek Kuzey Hindistan'a dönmüş ve orada Gupta devletini dağıtmıştı (470'e doğru). Ak-Hunlar'ın en büyük iki kabilesi Uar ve Hun kabileleri idi. Yönetimine daha çok bu kabileler hakim oluyordu. Uar-Hun'lar, İran üzerine baskılarını arttırmış ve 358 yılında Sasanîler ile bir anlaşma yapmışlardı. Bu barış dönemi uzun bir süre, neredeyse üç kuşak boyunca devam etti. Fakat Sasanî hükümdarlığına Behram Gor gelince, Ak-Hunlar tekrâr saldırıya geçtiler ve Sasanî Devleti'ni tekrar sarsmaya başladılar (427 ve sonrası). Daha sonra Ak-Hunlar'ın başına Kunhas (Kün Han), Sasanîlerin (İran'ın) tahtına da II. Yazgird geçti. Kunhas İran'ın iç işlerine karışmaya ve isteklerini kabul ettirmeye başladı. Himayesine aldığı Sasanî veliahtı Firuz'u İran tahtına çıkardı. Sasanî tahtına oturan Firuz, Ak-Hun Devleti'ne vergi veriyor.Ceyhun üzerindeki Tirmiz ile Vasgirt bölgelerini Ak-Hunlar'a terk etmiş bulunuyordu. Ayrıca, güzel kızını da Türk hakanına vermeyi vaad etmişti. Kunhas söz kesilen prensesin gönderilmesini istediği zaman Firuz hileye başvurdu. Güzel bir cariyeyi kendi kızı imiş gibi Kunhas'a gelin gönderdi.Fakat cariye gerçeğin anlaşılacağını sezdiği için hileyi açıkladı. Bunun üzerine Kunhas, Firuz'un sözde yardım için gönderdiği en ünlü kumandanlarını öldürttü. Sasanî hükümdarı Firuz, öldürülen kumandanlarının intikamını almak ve Ak-Hun baskısından tamamen kurtulmak için bir sefer düzenledi. Kunhas da gerekli tedbiri almıştı. Sasanî ordusunu dar geçitli dağlık bir bölgeye düşürdü. Turan taktiğini uygulayarak, ordusunu, tedbîr almadan ilerleyen Sasanîlerin önünden çekti. Bunu kaçış zanneden Sasanî ordusu hızla geçide girdi. Fakat geçidin arkasını tutan Kunhas'ın birlikleri geriden ansızın saldırıya geçince, çekilir gibi görünen asıl kuvvetler de dönüp geçidin ağzını tuttular. Sasanî ordusu her taraftan sarılmış, pusuya düşürülmüştü. Firuz, ağır vergi şartlarını kabul edeceğini söyleyerek barış istedi. Kunhas ona şu cevabı verdi : "Gelirsin, askerin de görebileceği bir yerde ayaklarıma kapanarak özür dilersin, ancak o zaman çemberi kaldırırım !" Bu, kabul edilir bir şart değildi. Ama Firuz kabul etti.Kunhas'ın ayaklarına kapanıp özür diledi. İki tarafın askerleri bu manzarayı ibretle seyretti. Böylece, savaş olmadan ordular çekilmişti. Firuz gururunu yitirmiş, ama ordusunu kurtarmıştı. İntikam ateşiyle yanıp tutuşuyordu. Onun için çok geçmeden tekrâr savaş açtı. Bu defa dar geçitlere girmeyecek, aynı hatayı yapmayacaktı. Ama, Kunhas da aynı taktiği uygulayacak değildi. Savaşı düzlükte yapacaktı. Sasanî ordusunu çekebileceği düzlükte keşifler yaptırdı. Tespit edilen yerde süratli bir çalışma ile derin çukurlar kazdırdı. Sonra bu çukurların üzerini belli olmayacak şekilde kapattı. Arada zikzaklı dar geçitler bırakmıştı ve bu geçidi kendi askerleri çok iyi biliyorlardı. Kunhas, düşman saldırıya geçince az bir direniş gösterdi. Sonra, yenilgiyi kabul etmişcesine, askerlerini, bildikleri geçitlerden geri çekti. Bunu gören Firuz ordusunu ileri sürdü ve kazılan çukurlara gelip saplandı. Sasanî askerinden ölenler çoktu. Firuz da hayatını kurtaramamıştı. Sasanîler Kunhas'ın ileri sürdüğü ağır şartları kabul edince barış anlaşması yapıldı. İki ülke arasında bir süre barış devam etti.

Mazdek İsyanı

Mazdek İsyanı

M. 483 yılında Ceyhun kıyılarında Ak-Hunlar tarafından mağlûp edilerek yıllık vergiye bağlanan Sâsânîler'in bu sırada geçirdiği dinî-sosyal bir sarsıntı ülkelerini ihtilâle sürükledi. Bu Mazdek isyanı idi. Zerdüşlükten ilham alan Mezdek, Mani inancındaki ikili telâkki (ışık-karanlık, iyilik-kötülük mücadelesi) üzerine, o tarihlerde yorulan ve iktisadî darlık içine düşen topluluğu ıslah etmek iddiası ile, sosyal huzursuzluk etkenlerini de ekleyerek, düşüncelerini yaymağa başladı. Buna göre insanların saadetini bozan iki unsur: servet ve kadın, herkesin ortak malı olarak kabul edildiği takdirde yeryüzünde kötülük kalkacaktı. Bu o zamanlar ilkel komünist propaganda neticesinde servet sâhipleri ve âile müessesesine karşı kışkırtılan halk, Mazdek ve müritleri tarafından ayaklandırıldı. Asîller ve din adamları öldürüldü. Kadınlar tecavüze uğradı, evler, konaklar yağmalandı ve tahrip edildi. Devletin sıhhat kazanacağı hususunda Mazdek'e inanmak gafletini gösteren Şah Kavad (M. 488-531) de hapsedilmişti, fakat o kaçmak imkanını bularak komşu Ak-Hunlar'a sığındı. İran'da olup bitenleri yakından takip eden Ak-Hun hükümdarı, insanlık yararına hiçbir şey göremediği Mazdek hareketini kırıp yok etmek için, Kavad'ı 30 bin kişilik Hun süvâri birliği başında İran'a gönderdi (M. 499). Bu suretle Şah ihtilâli bastırdı ve hâdiselerin gelişmesinden felâketi anlayan halkın da yardımı ile Mazdek ve taraftarları yakalanarak idam edildi. Tabiatıyla temizlik ve ülkenin huzura kavuşturulması uzun bir zamana ihtiyaç gösterdiğinden, Sâsânî imparatorluğunda hak, adâlet ve mülkiyet esasında normal düzen, daha ziyâde Kavad'ın oğlu Anurşivan (M. 531-579) devrinde kurulmuştur ki, bu şehinşah tarihte "Âdil" lâkabı ile anılır Çin kaynaklarına göre, İç Asya'da Karaşar, Kuça, Aksu, Kaşgar ve etrafını hâkimiyetlerine alan Ak-Hunlar bu arada Kandahar'ı ve 484 yıllarında Kuzey Hindistan'ı zapt ettiler. Bu harekât "Tegin" ünvanını taşıyan ve Kâbil'de oturan Toramana adındaki başbuğu tarafından idare edilmişti.

Avrupa Hun İmparatorluğu

Avrupa Hun İmparatorluğu

Avrupa Hun İmparatorluğu
Kimlikleri hakkında 200 yıldan beri türlü tahminler yürütülen ve bazı bilginler tarafından Moğol (K. Shiratory, Asya Hunlarını Moğol saydığı için), Türk-Moğol karışımı (P. Pelliot, R. Grousset), Türk-Moğol-Mançu karıçımı (L. Cahun vb.), Fin-Ugor (Klaproth, K. F. Neumann vb.) oldukları veya doğrudan doğruya îslav menşeinden geldikleri (Venelin, îlovayski, Zabelin, înostrantsev), yahut Germen soyuna mensup bulundukları (Müllen-hoff, A. Fick, R. Much, J. Hoops), veya Kafkas kavimlerinden bir kol teçkil ettikleri (L.Jeliç, Gy. Meszaros) ileri sürülen Batı Hunlannın Asya Hunlarının torunları oldukları son zamanlardaki araştırmalarla daha da açıklık kazanmıştır. Bu hususta birçok tarihî, coğrafî, linguistique ve kültürel deliller gösterilmiştir: Coğrafyacı Strabon (ölm. 25) Hunların Grek -Baktria krallığının doğusunda olduklarını söylerken, tarihçi Plinius (ölm. 125) adı geçen krallığın Hunlar tarafından yıkıldığını kaydeder ki, bu Hunlar'ı Çin kaynakları Hiung-nu olarak tanıtmıştır. Orosius (1. asrın sonları) ve Ptolemaios (M.Ö. 160-170) haritalannda "Hun"ların oturduklan bölgeler Çin kaynaklarında Hiung-nulann toprakları olarak belirtilmiştir. Batı Hunlarının Asya Hunlarından geldikleri hakkında kuvvetli bir delil de Fr. Hirth tarafından ortaya konmuştur. Buna göre, 355-365 yıllarında Alan ülkesinin (Hazar-Aral arası) istila edilmesi münasebeti ile Çin kaynakları (Wei-shu) bu memleketin Hiung-nular tarafından zapt olunduğunu kaydederken, o devir Latin yazan A. Marcellinus (4. asır sonu) fethin Hunlar tarafından yapıldığını belirtmiştir. Aynı hadise üzerinde birbirini doğrulayan bir Uzak-doğu ve bir Batı kaynağının tesbit ettiği Hiung-nu=Hun aynîliği, Çin'de, Hun başbuğu Liu Yüan sülalesi (304-329) tarafından Lo-Yang'ın zaptında (311) esir düşen Sogdlu tacirlerden bahseden, Çin Tabgaç hüküm-darı Kao-çung (452-465)'a yazılmış Sogd dilinde bir metin ile de ayrıca teyidedilmektedir.

Geniş Hun imparatorluğu topraklannda başta Gotça olmak üzere çeşitli Germen lehçeleri, îslav, îranî ve Fin-Ugor dilleri, Latince ve Grekçe konuçulmakta idi. Kaynaklarımızda Hunlardan kalma dil yadigarlarından bir kısmının bu yabancı dillere ait olması tabiî görülebileceği gibi, hatta Hun hükümdar ailesinden veya yakın akrabalanndan bazılannın adlannın bilhassa Gotlarla çok sıkı münasebet dolayısıyle Gotça'dan gelmiş olmasıda mümkündür. Fakat hükümdar sülalesinin soyca Türk olduğunda ve Hun kütlesinin Türkçe konuşiuğunda şüphe yoktur . Hükümdar ailesinde tesbit edilen adlar şöyledir: Karaton (kara don = siyah renkte elbise. Veya Ka-ra-tun /güçlü soy/: , Muncuk (boncuk, aynı zamanda "bayrak" manasında, Attila'nın babası), Attila, îlek, Dengizik (=dengiz = deniz'den), îrnek (Attila'nın üç oğlu), Aybars, Oktar (Attila'nın amcaları), Arıkan (Arıghan). Tanınmış kimseler: Basık, Kursık,Atakam, Eşkam. Topluluk: Akatir, Şar (Sarı = ak) - Ogur. Ayrıca, kımız Hatta Dura-Europos (Fırat nehrinin orta mecraında Suriye-Irak sınırına ya-kın yerde buluntu yeri)'da ele geçen M. 3. yüzyıl ortalarından kalma Parth ve Parsî dilindeki kitabede Güney Kafkasya'daki Hunlann Erk Kapgan, Topçak, Tarkan-beg, Kubrat, Kurtak gibi Türkçe adlar taşıdıkları ileri sürülmekte ve Batı Hun hükümdar ailesinin Asya tanhularından indiklerini tespit bile mümkün görülmektedir.

Hunlar 4. asnn ortalarında Alan ülkesini ele geçirdikten sonra, 374'de îtil (Volga) kıyılarında göründüler. O tarihlerde Karadeniz kuzeyindeki düzlükler bir Germen kavmi olan Got'ların işgali altında idi. Don-Dinyeper nehirleri arasında Doğu Got'ları (Ostrogot), onun batısında Batı Got'lan (Vizigot) bulunuyordu. Daha batıda Transilvanya ve Galiçya'da Gepid'ler, bugünkü Macaristan'da Tisza nehri havalisinde Vandal'lar vardı. Bu dört Germen kavmi dışında aynı bölgede îranlı ve îslav kütleler, daha başka küçük Germen topluluklan da yaşıyordu. Hun başbuğu Balamır (veya Balamber)'ın idaresindeki büyük taarruz önce Doğu Got'larına çarptı ve bu devleti yıktı (374), kral Ermanarikh intihar etti. Yerine geçen Hunimund. Hunlar tarafından "tayin" edilmişti. "Hayret edilecek bir hareket kabiliyeti ve geliş-miş bir süvari taktiği ile" devam eden Hun taarruzu'^'nun Dinyeper kenarında vurduğu ağır darbe Batı Got'larını da çökertti ve kral Atanarikh, kalabalık Vizigot kütleleri ile batıya doğru kaçtı (375). Böylece Hun askerî gücü-nün harekete geçirdiği ve çeşitli kavimlerin birbirlerini yerlerinden atarak, topraklanndan çıkararak, Roma imparatorluğunun kuzey eyaletlerini alt-üst ederek ta îspanya'ya kadar uzanmak suretiyle Avrupa'nın ethnique çehresini değiştiren tarihî "Kavimler Göçü" başlamış oldu. Anî ve şiddetli Hun darbelerinin, beklenmedik mahallerde görünen Hun akıncı müfrezelerinin Doğu Avrupa kavimleri arasında uyandırdığı dehşet, Batı dünyasında korkunç akisler yaratmıç, Hunlar aleyhine, çoğu Latin ve Grek kaynaklarında kayıtlı, inanılmaz rivayet ve hikayelerin çıkmasına ve yayılmasına sebep olmuştur. Hunlar Gotlardan, Alanlardan ve Germen Taifallardan teşkil ettikleri yardımcı kuvvetlerle takviyeli olarak ilk defa 378 baharında Tuna'yı geçtiler ve Romalılardan mukavemet görmeksizin Trakya'ya kadar ilerlediler. Ancak Roma topraklarında görünen bu kuvvetler keşif vazifesini yapan öncülerdi. Nitekim aynı tarihlerde bugünkü Macaristan ovalarına kadar akınlar tertiplenmişti Hunlardan korkan, bugünkü Avusturya arazisindeki Markomanlarla Kuadlar Roma topraklarına geçmeye hazırlanırken, îran asıllı Sarmatlar sınırları ("limes") aşıp Roma imparatorluğu'na giriyor, önce Transilvanya'da duraklamış olan Batı Gotlan da Roma hudutlarını geçiyorlardı (381). Diğer taraftan bir kısım Germen menşeli kütlelerle îranlı Baştarnalar Pan-nonia (Batı Macaristan)'dan Alplere doğru sarkarak îtalya'yı tehdide başlamışlardı.

Hunlar Roma İmparatoru Theodosios I'in ölüm yılı olan 395'te yeniden harekete geçtiler. Bu hareket iki cepheli idi: Hunlardan bir kısım Balkanlar'dan Trakya'ya ilerlerken, daha büyük sayıda diğer bir kısım Kafkaslar üzerinden Anadolu'ya yöneltilmişti. Hun devletinin Don nehri havalisindeki "doğu kanadı" tarafından tertiplenen Anadolu akını, Basık ve Kursık adlı iki başbuğun idaresinde idi. Romalıları olduğu kadar Sasanî imparatorluğunu da telaşa düşüren bu akında Hun süvarileri Erzurum bölgesinden itibaren Karasu, Fırat vadilerini takiben Melitene (Malatya)'ye ve Kilikia (Çukurova)'ya ilerlemişler, bölgenin en tahkimli kaleleri olan Edessa (Urfa) ve An-takya'yı bir müddet kuçattıktan sonra, Suriye'ye inerek Tyros (Sür)'u baskı altına almıçlar, oradan Kudüs'e yönelmişlerdi. Çok sür'atli cereyan eden bu harekattan korkuya kapıldıkları için Hunlara dair acaip hikayeler uyduran kilise adamlarının dehşet dolu gözleri önünde, akıncılar sonbahara doğru, kuzeye çark ederek Orta Anadolu'ya, Kappadokia Galatia (Kayseri-Ankara ve havalisi)'ya ulaştılar ve oradan Azerbaycan-Bakü yolu ile kuzeye, merkezlerine döndüler (395-396). Bu, Türkler'in Anadolu'da, tarihîkayıtlarla sabit ilk görünüşleri olmalıdır. 398'de daha küçük çapta tekrarlanan bu akınlar karşısında Doğu Roma'nın genç imparatoru Arkadius hiçbir ciddî tedbir alamamıştı.

Batıda Hun baskısı, 400 yılına doğru, başbuğ Uldız kumandasında iyice hissedildi. Balamır'ın oğlu veya torunu olduğu sanılan Uldız, Attila'nın son yıllarına kadar takip edilecek Hun dış siyasetinin esaslarını tesbit etmişti ki, buna göre, Doğu Roma, yani Bizans daima baskı altında tutulacak, Batı Roma ile iyi münasebetler devam ettirilecekti. Çünkü Bizans'ın Hun nüfü-zuna alınması ilk hedefi teşkil ediyor, buna karçılık, Batı Roma topraklarına tecavüz ederek huzursuzluk çıkaran "barbar" kavimler aynı zamanda Hunların da düşmanları olduklan için, Batı Roma ile müşterek hareket gerekiyordu. Nitekim Uldız'ın Tuna'da görünmesi ile Kavimler Göçü'nün 2. büyük dalgası başlamış, Asding Vandalları, Hunlardan kaçan Vizigotlar îtalya'da görünmüşlerdi. Alarikh'in idaresindeki bu Got tehlikesi Romalı kumandan Stilikho tarafından güçlükle önlendi (Nisan 402). Fakat daha korkunç bir barbar belirdi ki, bu da, Hun korkusu ile yerlerini terk etmiş olan Vandal'ları, Sueb'leri, Kuad'ları, Burgond'ları, Sakson'ları, Alaman'ları vb. kendi demir yumruğu altında birleştirmiş olarak Roma üzerine atılan Radagais idi. îtalya'da müthiş tahribat yapıyor, Roma'yı yeryüzünden kaldıracağmı ilan ediyordu. Stilikho'nun bile Pavia savaçında durdurmağa muvaffak olamadığı bu barbar şef, ancak Türkler karşısında mahküm oldu. Büyük Feasu-lae (= Fiesole, Floransa'nın güneyinde) muharebesinde bizzat Uldız'ın kumanda ettiği, Romalı kuvvetlerle takviyeli Hun ordusu tarafından mağlüp edilen Radagais yakalandı ve idam edildi (Ağustos 406). Bu zaferi ile Uldız Roma'yı kurtarmış oldu.O aynı zamanda Hun kudretinden bir kere daha ürken Vandal, Alan, Sueb, Sarmat, Kelt vb. kütlelerini Ren nehri ötesine, Galya'ya gitmeğe zorlamakla, Hunların batıya yönelik yolları üzerindeki engelleri kaldırmış, buralarda Hun kuvvetlerinin serbest hareketlerine imkan hazırlamıştı.

Sınırları Asya'da Aral gölünün doğusuna kadar uzandığı anlaşılan Hun imparatorluğunun "batı kanadı" kralı (= elig, bk. aş. Kültür: Hükümdar) olduğu tahmin edilen Uldız 404-405 yıllarında ve bilhassa 409 yılında Tuna'yı geçerek, nehrin güneyinde bazı köprü başlarını tutmak suretiyle Bizans'a Hun tehdidinin eksilmediğini göstermiş ve Grek kaynaklarına göre (Sozomenos, Codex Theodosianos vb.), kendisi ile barış müzakeresi için gönderilen Trakya umumî valisi (magister militum)'ne "Güneş'in battıgı yere kadar her yeri zaptedebilirim" diyerek meydan okumuştu. Uldız'ın ölümü (410 sıraları)'nden sonra Hun imparatorluğunun başında Karaton bulunuyordu. Bunun hakkında bildiğimiz sadece 412 yılında Bizans elçisi Olympiodoros'un onun yanına gitmiş olduğudur138. Karaton daha çok doğu işleri ile uğraşmış görünmektedir. 422'ye kadar Hunlar hakkında bilgi verilmediğinden o kanattaki meşguliyetin on sene kadar sürdüğü tahmin edilmektedir. 422 yılı Avrupa Hunları tarihinde yeni bir devrin başlangıcı gibidir. Bu sene-de Hun hükümdar ailesine mensup dört kardeşten (Rua, Muncuk, Aybars, Oktar) biri olan Rııa, imparatorluk makamını işgal ediyor, Muncuk (Attila'nın babası) erken öldüğü için, diğer iki kardeş "kanat elig'leri" durumunda bulunuyorlardı. Siyasette Uldız'ın izinde yürüyen Rua, Bizans'ın, Hun ordusunu isyana teşvik etmek ve tabi kavimleri Hun'lardan ayırmak maksadı ile Hun topraklarında faaliyete geçirdiği casusluk şebekesini ve propagandacıları ileri sürerek tertiplediği Balkan seferinde (422), mukavemet göstermeyen Bizans'ı yıllık vergiye bağladı: 350 libre altın (25,200 solidus) İmparator Theodosios II. (408-450)'nin, 423'te henüz 4 yaşında iken Batı Roma imparatoru ilan edilen Valentinianus III. karçısında Roma'ya sa-hip olmak iddiası ile îtalya'ya ordu ve donanma sevk etmesi Batı Roma'yı Hunlara daha çok yaklaştırdı. Roma Senatosu'nun da küçük imparatorun yerine 1. "Notarius" (devlet baş müsteşarı) Johannes'i seçmesi üzerine o sırada 35 yaşında bulunan ünlü asilzade F. Aetius (Aesius), yardım sağlamak için Rua'nın yanına geldi. Hun imparatoru 60 bin süvari başında îtalya'ya yöneldi. Savaşa girmeden kuvvetlerini çeken Bizans'tan ağırca bir harp tazminatı alındı. İleride Attila ile hesaplaşacak olan Aetius gençlik çağının Roma tahtı içlerine karışmaktan doğan buhranlı anlannı Hun yardımı ile atlatmış, "magister militum" iken "konsül"lüğe yükseldiği 432 yılında Afrika'da Vandal kralı Geiserikh ile mücadele eden rakibi Bonifacius karşısında, canını Rua'ya sığınmak suretiyle kurtarmış, imparator Valentinianus'un annesi Placidia da Hun kuvvetlerinin îtalya'ya yönelmesi üzerine Aetius ile uzlaşmağa mecbur olmuştu.

Bütün bunlar Rua'nın kuvvetli şahsiyeti ile Hun devletinin her iki Roma'nın iç ve dış siyasetlerine yön verdiğini göstermekte idi. Artık Hunlara tabi "barbar" kavimlerin Roma'ya güvenerek herhangi bir harekete kalkışmaları bahis konusu değildi. Ancak, Bizans tarihçisi Priskos'un ifadesi ile "Rua'dan barışı yılda 350 libre altınla satın almış olan Theodosios II" yine de, Hun idaresinde yaşayan yabancıları gizlice kışkırtmaktan geri kalmıyordu. Bu sebeple Rua o zamana kadar mutad olan, Bizanslıların Hun imparatorluğundaki yabancılardan ücretli asker toplama faaliyetlerini ve Bizanslı tacirlerin Hun topraklarında ticaret yapmalarını yasak etti. Ülkesi dahilinde hiçbir Grek serbest dolaçamayacak ve ticaret belirli sınır kasabalarında yapılacaktı. Bu arada Rua, bir müddet önce Bizans'a sığınmış olan Hun ileri gelenlerinden Mama ile Atakam'ın oğullarının ve diğer Hun kaçaklarının iadesini istedi. Theodosios II. süratle andlaşma yolu bulmak ümidi ile elçilik hey'etini Hun başkentine göndermeğe karar verdi. Fakat o sırada Rua öldü (434 bahan). Bizans kudretli bir düşmandan kurtulduğu için seviniyor, piskopos Proculos, vaazlarında Tanrı'nın, dindar împarator Theodosios'un dualarını kabul ederek Bizans üzerinden bir tehlikeyi kaldırdığını söylüyordu Fakat Hun sınırlarına gelen Bizans elçilik hey'eti Rua'yı da gölgede bırakan bir başbuğ ile karşılaştı: Attila (Etil). Hunların başına geçtiği zaman 39-40 yaşlarında olan Attila, babası Muncuk erken öldüğü için, amcası Rua'nın yanında yetişmiş, onunla birlikte seferlere katılmış, çeşitli kavimleri yakından tanımak imkanını bulmuş, devlet idaresini ve Hun iç ve dış siyasetinin esaslarını öğrenmişti. Memleketi büyük kardeşi Bleda (sonraları Macarlar tarafından Buda diye amlmıştır) ile birlikte devralmıçlardı. Fakat kaynaklarda açıklandığına göre, eğlenceden hoşlanan, enerjisi kıt Buda, ikinci planda kalarak, devleti ciddî bir hükümdar vasfını taşıyan kardeşine bırakmıçtı. Ordu ve dış ilişkilerin düzenlenmesi Attila'nın elinde idi. Amcaları Aybars (doğu kanadı elig'i) ve Oktar (batı ka-nadı elig'i), Rua zamanındaki yerlerini muhafaza ediyorlardı. Aralarında iddia edildiği gibi bir rekabet bahis konusu olmadıktan başka, Bleda da "ikti-dar hırsı ile yanan" Attila tarafından ortadan kaldırılmış değildi. Attila'nın yardımcısı sıfatı ile 11 yıl Hun imparatorluğunun idaresine katılan Bleda 445'te eceli ile ölmüştür.

434 yılı baharında Hun sınırlarına gelen Bizans elçilerini Attila, Tuna ile Morava nehrinin birleştiği yerdeki Bizans Margos (bugünkü Dubravica) kalesinin tam karşısında- Tuna'nın kuzey kıyısında- bulunan Konstantia surları önünde, at üzerinde karşıladı ve dinlenmelerine dahi izin vermediği elçilerin biri konsül-general, diğeri seçkin bir diplomat olan temsilcilerine, ta-leplerini, barış şartlan olarak yazdırdı. Konstantia Barışı (veya Margos Barışı) diye anılan bu andlaşmanın başlıca maddelerine göre, Bizans bundan böyle Hunlara bağlı kavimlerle müzakerelere, ittifaklara girişmeyecek, Hunlardan kaçanlara esir alınmış Bizans teb'ası dahil sığınma hakkı tanımayacak, Bizans elinde bulunanlar iade edilecek (Grek asılh olanlar için fidye verilebilecek), ticarî münasebetler yine belirli sınır kasabalarında devam edecek ve Bizans'ın ödemeyi taahhüt ettiği yıllık vergi iki katına (700 libre altın veya 50, 400 solidus) çıkanlacaktı.

Theodosios II'nin aynen kabul ettiği bu anlaşmanın hükümleri icabı olarak, Hunlara iade edilen kaçakları Attila, daha Bizans ülkesi içinde, Trakya'da Karsus (Bulgaristan'da Hirsovo) kalesinde astırdı. Bu durum Hunlar arasında olduğu kadar Bizans'ta, Roma'da ve diğer kavimler arasın-da Attila adının dehşet saçan bir otoritenin timsali haline gelmesine yardım etti. Bundan sonra Attila, imparatorluğun doğu bölgelerinde, at üzerinde, aylarca süren bir teftiş gezisi yaparak, îtil (Volga) kıyılarındaki Şaragur (Ak-Ogur)'ların ayaklanma teçebbüsünü bastırdı (435). Batı kanadının ağırlık merkezi Tuna etrafında, doğu kanadının ağırlık merkezi Dinyeper havalisinde olduğu tahmin edilen bu tarihlerde Hun imparatorluğunda, kaynaklardan (Priskos, Jordanes, P. Diaconus, J. Honorius vb.) takip edilebildiği kadar, başlıca şu topluluklar yer almışlardı:

a. Germenler (doğudan batıya): Doğu Got, Gepid, Turciling, Sueb, Markoman, Kuad, Herul, Rugi, Skir.

b. îslavlar (Orta ve Batı Rusya'da): Veneda, Ant, Sklaven.

c. îranlılar (Kafkaslar'dan Tuna'ya kadar, dağınık halde): Alan, Sarmat, Baştarna, Neur, Roxolan.

d. Fin-Ugorlar (Ural'dan Baltık'a kadar): Çeremis, Mordvin, Merya, Veşi, Çud, Est, Vidivari.

e. Türkler: împaratorluğun her tarafına yayılmış olarak Hunlar, Karadeniz kuzeyi düzlüklerinde Volga'ya kadar Beş-ogur, Altı-ogur, On-ogur, Şaragur, Azak'ın batısında Akatir . Volga'nın doğusunda Sabar ve başka Türk kütlelerdi.

Sayıları 45'e varan ve çeçitli dil ve soydan olan bu kavimler yalnız siyasî yönden bir birlik teçkil etmekte, yabancı kavim veya zümreler ancak reisleri, şefleri ve kralları vasıtası ile devlete bağlı bulunmakta idiler. Hun imparatorluğu dahilinde sükünet vardı. 442 yılında, Hun devlet meclisi başkanı ve başbakan olan Onegesios ile Attila'nın büyük oğlıı îlek idaresindeki Hun orduları tarafından bastırılan Akatir isyanı dışında bu sükünet bozulmamıçtı. Halbuki Roma imparatorlu-ğunda, Kavimler Göçü dolayısiyle hareket halinde olan kavimlerin geçiş yolları üzerinde geniş ölçüde tahribat yapmaları, yerli halkın mahsülatını zorla ellerinden almaları vb. yüzünden patlak veren ve genişleyen köylü (Bagaudlar) isyanlan nizam ve asayişi iyice sarsmış, buna karşı Roma, Aetius vasıtası ile bir kere daha Hunlara müracaat zorunda kalmıştı. îki yıl kadar süren müdahale sonunda, Attila'nın gönderdiği Hun müfrezelerinin yardımı ile isyancı elebaşılar Aetius tarafından ortadan kaldınldı ise de bu defa da, Kral Gundikar idaresinde bugünkü Belçika bölgesine saldıran Burgondlarla savaşmağa mecbur olundu. Bilhassa Necker nehri boyunca cereyan eden muharebelerde Hun ordusuna batı kanadı elig'i Oktar kumanda edi-yordu ki, rivayete göre, Kral Gundikar dahil 20 bin Burgond'un öldüğü bu Hun-Burgond mücadelesi Almanların meşhur "Nibelungen" destanlarına konu teçkil etmiştir. Bütün "Germania"nın Hunlar tarafından zaptını tamamlayan bu savaşlar neticesinde, 436'yı takip eden yıllarda, şu kavimlerin de Türk idaresine alındığı anlaşılmaktadır: Burgondlar, Bayavurlar, Yuthanglar, aşağı Ren sahasındaki Franklar, Türingler, Longobardlar Hun hakimiyetinin "Okyanus adaları"na, yani Kuzey Denizi ve Manş kıyılanna ulaştığı, hadiselere çağdaş tarihçi Priskos tarafından bildirilmiştir.

440'dan itibaren Attila Bizans'a karşı baskıyı artırdı. Çünkü Theodosios II, Konstantia andlaçmasının hükümlerine aykırı olarak, Hunlardan kaçanları iadede ağır davranıyor, hatta bunlardan bazılarını yüksek makamlara getiriyordu. Mesela Got menşeli Arnegisclus'u "general" rütbesi ile Trakya'da Hun sınırında vazifelendirmişti. Müşterek pazar yerlerinde Grek tacirleri Hunları aldatıyorlardı. Margos piskoposu, Konstantia civannda, kıymetli madenlerden yapılmış silahlan ve ziynet eşyası ile birlikte gömülen Hun büyüklerinin mezarlarını soymuş bu davranış Hunları infiale sevk etmişti. Nihayet Bizans, yukarıda geçen Akatirler isyanında tahrikçi rol oynamıştı. Diğer taraftan Kuzey Afrika Vandal kralı Geiserikh, Akdeniz'deki harekatını engelleyen Bizans'a karşı Attila'dan yardım istemişti. Bu sebeplerle Attila'nın idaresinde olarak, Margos'un zaptı ile başlayan 1. Balkan seferi (441-442), Singidunum (Belgrad) ve Naissus (Niş) üzerinden Trakya'ya doğru gelişirken, Batı Roma'nın aracılığı neticesinde hızını kesti. Roma orduları başkumandanı Aetius, bundan böyle Theodosios'un andlaşma şartlarına riayet edeceğini garantilemek üzere kendi oğlu Karpilio'yu Hun sarayına rehine olarak göndermişti. Bu sefer sonunda Tuna boyundaki kaleler Hun idaresine geçmiş, daha geri hatlardaki tahkimat yıktırılmıç, Balkanlar'da Hunlara karşı durabilecek mukavemet yuvaları kaldırılmıştı.

445'te Bleda'nın ölümü üzerine tek baçına Hun imparatoru olan Attila, iktidarının çahikasına yükselmekte idi. Batı Asya ile Orta Avrupa'ya hakimdi. Her iki Roma'nın durumları meydanda idi. Attila'ya karşı koyabilecek bir kuvvetin kalmayışı, bir psikolojik belirti olarak, "savaş tannsı Ares'ın kılıcını Attila'nın ellerine verdi. Priskos'a göre, uzun zamandan beri kayıp olan bu kutlu kılıç bir Hun çobanı tarafından bulunarak Attila'ya getirilmişti. Artık dünyanm fethi yakındı, zira Ares'in kılıcı vasıtası ile yeryüzüne hükmetme yetkisinin Tanrı tarafından Attila'ya tevdi edildiğine inanılıyordu.

Bu duruma ilaveten Bizans'ın kaçakları geri vermekten çekinmesi, yıllık vergiyi ödemede isteksizliği 2. Balkan seferinin açılmasına sebep oldu (447). Attila'nın idaresi altında birkaç noktadan Tuna'yı geçen Hun ordusu, iki koldan ilerleyerek kaleleri, Sardika (Sofya), Philippopolis (Filibe), Marki-anopolis (Preslav), Arkadiopolis (Lüleburgaz) müstahkem mevkî ve şehirlerini zapt ede ede ve Tesalya'da Termopil'e kadar geniş bir daire çizdikten sonra, Bizans başkentini kuşatmak üzere Athyra (Büyük Çekmece)'ya ulaştı. Orada, barış yapmak için Theodosios'un sür'atle gönderdiği magister ve patricius Anatolios, Attila tarafından kabul edildi ve anlaşmaya varıldı (Anatolios Barışı). Buna göre, Tuna'nın güneyinde beş günlük mesafedeki yerler askerden arındırılacak, buralardaki pazarlar yerine, artık bir Hun sınır şehri haline gelen Naissus(Niş)'da ortak pazar kurulacak ,Bizans, harp tazminatı olarak 6000 libre altın ödeyecekti. Ayrıca yıllık vergi üç katına (2100 libre altın veya aş. yk. 150.000 solidus) çıkarılmıştı.

Bizans bakımından en ağır şart yıllık vergi idi. Her sene bu kadar altın tedarik edilmesi imparatorluğun takatini aşıyordu. Şaçırdığı anlaşılan Theodosios, sarayındaki ileri gelenlerin de tavsiyesi ile, garip bir kurtuluş yolu buldu: Bir suikast ile Attila'yı ortadan kaldırmayı planladı. Başında Edekon (umümîyetle kabul edildiğine göre, Skir Germenlerinin şefi. Fakat A. Vambery'ye göre Türk. Adın aslı Edikkün) ve Orestes (Pannonia'lı bir Romalı)'in bulunduğu Hun elçilik heyeti ile birlikte Bizans başkentinden Attila'nın devlet merkezine, yani Orta Macaristan'a doğru yola çıkan, tanınmış hukuk bilgini Maximinos başkanlığındaki heyette, seyahat notları, başta Attila ve çağı olmak iizere 5. asır Avrupa Türk tarihini ayrıntılı şekilde öğrenmemize yardım eden katip Priskos da dahil bulunuyordıı. Suikastı gerçekleştirmekle vazifeli Bigila'nın da katıldığı heyet 448 yılı yazında Hun başkentine (yeri belirlenememiştir) geldiğinde, durumdan Edekon vasıtası ile haberdar olan Attila, yaptığı alenî sorguda Bigila'ya maksat ve faaliyetlerini itiraf ettirdi. Bizanslıların hiçbirine dokunmadı, fakat Theodosios'a hitaben yazdığı şu mesajı husüsî elçi ile imparatora yolladı: "Theodosios, Altila gibi, asîl bir bahanın ogludıır. Altila, babası Mııncuk'tan aldığı asaleti mııfıafaza etmiş, fakat Theodosios Attila'nın haraçgüzarı olmakla köle durumuna düşmüftür. Theodosios kölelik haysiyetini de koruyamamıştır, çünkü efendisi olan Attila'nın canına kıymak istemiştir . Attila'yı teskin etmek üzere Bizans' tan, derhal, yukarıda adı geçen Anatolios ile magister ve kançılar Nomos baçkanlığında ikincj bir heyet yola çıkarıldı. Bu elçiler Hun başkentinde Attila'yı, tahminler hilafına, sakin ve yumuşak buldular. Zira Hun dış siyaseti değişmekte idi: împarator Theodosios'un şahsında Bizans'ı tamamen kendi iradesine bağlı kabul eden Attila, artık Batı Roma'ya yönelme zamanının yaklaştığı kanaatine varmış bulunuyordu.

Batı Roma'ya esasen son mühim askerî destek 439 yılında yapılmış, ondan sonra yardımlar tedricen kesilmişti. Batı Roma, Hun devletine yıllık vergisini muntazaman ödemekle beraber gelişen yeni durumun farkında olan başkumandan Aetius, muhtemel bir Hun-Roma çatışmasına hazırlanmakta idi: "Barbar"larla münasebetlerini düzeltmiş, onlardan aldığı ücretli askerlerle, Türk usülünde, çoğu süvari birliklerinden kurulu ordular teşkiline girişmiş, Hunlar'a bağlı bazı kavimlerle gizli temaslar aramağa başlamıştı. Buna karşılık Attila da 443 yıllarında tekrar alevlenen ve Galya'dan İspanya'ya da sıçrayan köylü isyanları ile yakından ilgileniyor, Roma'ya karşı Vandallarla işbirliği innkanlarını araçtırıyordu. O da, şüphesiz, Roma imparatorluğu ve "barbar"lardan meydana gelen bütün bir Batı dünyası ile hesaplaşacağı için işin ehemmiyet ve nezaketini takdir etmekte idi.

448'lerden itibaren iki yıl kadar süren Hun siyasî ve askerî hazırlığı tamamlanınca, Attila ilk diplomatik taarruzunu Roma'ya yöneltti. împarator Valentinianus III'ün kızkardeşi olup, vaktiyle, evlenmek arzusu ile Attila'ya nişan yüzüğü gönderen ve 425'ten beri imparator hukukunu haiz olduğunu belirlemek üzere "Aııgıısta" unvanı ile anılan, delişmen tabiatlı Honoria'yı zevceliğe kabul ettiğini bildiren Attila, çehiz olarak imparatorluğun Honoria'nın hissesine duşen yarısını veya "Augusta"nın kocası sıtatı ile Roma ımparatorluğunun idaresine iştirak hakkını istedi.Önce oyalama yolunu tutan Valentinianus ile Aetius'un teklifi nihayet açıkça reddetmeleri, büyük Hun seferini meşrü duruma soktu. Ren kıyılarındaki Ripuar Frankları ve Vizigotlarla ilgili bir iki anlaşmazlık da savaş havasını olgunlaştırdı.

451 başlarında Orta Macaristan'dan batıya harekete geçen Hun kuvvetlerinin mevcudu, 80-100 bini Türk, bir o kadarı da yardımcı Germen ve îslav olmak üzere 200 bin kişi civarında idi. Hun orduları Mart ayı ortalarına doğru Ren nehrini üç noktadan açarak Galya'ya girdiği sırada, îtalya'dan yola çıktıktan sonra, Hun düşmanı "barbar"ların sağladığı takviyelerle sayısı yine 200 bine yükselen Aetius kumandasındaki Roma ordusu Galya'da kuzeye doğru hızla ilerliyor; Hun ordulan Mettis (Metz)'i (7 Nisan) ve Durocortorum (Rheims)'i zaptederek Paris yakınındaki Aurelianum (Orleans) şehrine ulaştığı zaman, Aetius da oraya yetişmiş bulunuyordu. Fakat karşılaşma Attila'nın Türk taktiğine daha uygun gördüğü Katalaunum (veya Campus Mauriacus /Kampus Mavriyakus/ sahası. Troyes şehrinin batısında Champagne ovasına doğru)'da oldu (20 Haziran 451) Batı dünyasının iki yansının birbiri üzerine yüklendiği, nihayet 24 saat süren ve iki tarafın çok ağır kayıplar verdiği (Jordanes'e göre 165 bin ölü!) muhakkak olan bu büyük savaşta kimin galip geldiği hala münakaşa edilmektedir. Avrupalı tarihçiler, ta A. Thierry'den beri (1856), Attila'nın yenildiğini söylerler ve buna Roma kuvvetlerinin imha edilmeden Hunların çekildiğini delil gösterirler. Ancak son araştırmalar meseleye biraz daha ışık tutmuş görünmektedir: Anlaşılmıştır ki, savaş gününün akçamı Roma ordusu dağılmış, birlikleri arasında irtibatı kaybeden başkumandan Aetius bile yanlışlıkla düştüğü Hun kıt'aları arasından güçlükle kurtulmuş, ertesi gün erken saatlerde, Roma'ya bağlı Batı Got ordusu, savaşta ölen kral Theodorikh'in oğlu Thorismund idaresinde, muharebe meydanından uzaklaşmış, ağır kayıplara uğrayan Frank kuvvetleri de onlan takip etmişti. Ayrıca bu savaşta Attila'nın gayesine ulaştığı da aşikardı. Batıyı hakimiyetine alabilmek için Roma imparatorluğunun insan ve asker deposu durumunda olan Galya barbarlarını saf dışı etmek isteği ile önce Galya'ya yürümüş olan Attila, Roma'nın bu tabiî müttefiklerinin savaş gücünü kırarak, Roma'yı desteksiz bırakmağa muvaffak olmuştu. Ünlü Aetius'un Roma'da gözden düşmesi bunun neticesi idi. Ordularını Galya ortasından oldukça sağlam ve disiplin içinde 20 gün kadar bir zamanda kendi başkenti bölgesine getirebilen Attila kudret ve "korkunçluğunu" muhafaza ettiğine göre, Kampus Mauriakus'ta Batı imparatorluğunun ne kazandığı, o sırada Roma'da sık sık sorulan suallerdendi. Nitekim, daha bir yıl geçmeden Attila, îtalya seferine başladığı zaman Roma'nın Hunlara karşı çıkaracak kuvveti kalmamıştı. Hadiselere çağdaş Prosper Tiro (Papa Leo I'in katibi)'nun kaydettiğine göre Aetius, mukavemet imkansızlığı dolayısiyle, împarator Valentinianus'un îtalya'dan ayrılmasını tavsiye etmekte idi.

Attila 452 baharında çekirdeğini süvari kuvvetlerin teşkil ettiği 100 bin kişilik ordusunu Julia Alpleri'nden geçirerek bugünkü Venedik düzlüğüne indirdi. Oradaki meşhur Aquileia kalesini zaptettikten sonra Po ovasına girdi. Aemilia bölgesini işgale başlayıp Roma imparatoriuğunun o zamanki başkenti Ravenna'yı tehdit etmesi meselenin nihayete erdirilmesine kafi geldi. Roma sarayı endişeli, halk telaşlı, Senato ne olursa olsun barış yap-mak karannda idi. Kilise de bu arzuya katıldı. Sür'atle bir hey'et hazırlandı. Hitabeti ile meşhur Papa Leo 1 ("Büyük Leo") baçkanlığında konsül G. Avi-anus ve eski "praefecture" Trygetius'dan kurulu bu hey'et, Mincio ırmağının Po nehrine döküldüğü düzlükte ordugahını kurmuç olan Attila tarafından kabul edildi (452 Temmuz ortası). Papa, imparator ve bütün Hıristiyan dünyası adına, büyük Türk başbuğundan Roma'yı esirgemesini rica etti. Beş yıl kadar önce kahir bir kuvvetle Çekmece'ye kadar geldiği halde nasıl İstanbul'u tahrip etmekten kaçınmış ise, Papa'nın ağzından Roma'nın teslim olduğunu öğrendikten sonra bu eski medeniyet merkezini korumayı da vazife sayan Attila, muzaffer ordusu ile başkentine dönerken, şüphesiz, tıpkı Bizans gibi, Batı Roma imparatorluğunun da kendi iradesine bağlandığı kanaatinde idi Priskos'un, 448'de Hun başkentinde Batı Roma elçisi Romulus'dan duyarak belirttiği üzere, şimdi sıra Orta-doğudaki Sasanîlerde idi. Oranın da himayeye alınması ile "dünya hakimiyeti" gerçekleşecekti. Fakat bu, Attila'ya nasip olmadı. İtalya seferinden dönüçte, rivayete göre zifaf gecesinde herhangi bir iç kanama neticesi ağzından, burnundan kan boşanmak suretiyle öldü (453). Yaşı 60 civarında idi.

Attila, milletlerin hüfızalarında ölümsiizlnğe ulaşmış tarihin nadir simalarıından biridir. Hatırası etrafında İtalya'da, Galya'da, Germen memleketlerinde, Britanya'da, İskandinavya'da ve bütun Orta Avmpa'da asırlarca agızdan agıza dolaşaıı efsaneler türemiş , romancılara, ressamlara, heykeltıraşlara konu olmuş, hakkında en çok kitap yazılan şahsiyetlerden biri durumuna yüksel-miş, tiyatro yazarlanna, kompozitörlere ilham vermiş, adına bir düzineye yakın opera bestelenmiştir. Son yarm asırda yapılan tarafsız tarih araştırmaları onun, Hıristiyan Orta-çagının taassup kokulu uydurmaları ile ilgisi bulunmadıgını, Nibelungen destanlan başta olmak üzere, çagdaşı kayıtlanı onu iyilik sever, babacan, çok yüksek vasıfta bir hükümdar olarak tanıdıgını ortaya koymuştur.

Attila'nın ölümünden sonra, hatunu Arıgkan'dan doğan üç oğlu; sırasiyle îlek, Dengizik, îrnek, babalarının yerini tutamadılar. împarator olan îlek, ayaklanan Germen kavimleri ile yaptığı Nedao (Avusturya'da) savaşında hayatını kaybetti (454). Çok cesur, fakat siyasî zekadan mahrum Dengizik, imparatorluk birliğini yeniden kurmak için neticesiz mücadeleler içinde çırpına çırpına nihayet bir Bizanslının kılıcı ile can verdi (469). îrnek ise, büyük kardeşlerinin ölümünden sonra, artık Orta Avrupa'da tutunmanın zorluğunu anlayarak, savaşlarda yorgun düşen Hunların büyük kısmı ile Karadeniz'in batı kıyılarına döndü.

İrnek idaresindeki Hunların, önce Güney Rusya düzlüklerinde görünen, sonra Balkanlar'da ve Orta Avrupa'da birer devlet kuran Bulgarlar ile Macarların teşekkülünde büyük rol oynadığı anlaşılmaktadır. Tarihî kayıtlarda Bulgar-Türk devletinin hükümdar ailesi olan Dulo (Doulo) sülalesi 'ne mensup gösterilen îrnek, Macar geleneklerinde, Macar kabilelerini Tuna boyuna getirerek orada yerleştiren Arpad hanedanı tarafından ata tanınmaktadır. 4. asırda Hunlara, Volga'dan batıya doğru rehberlik eden geyik motifli "Sihirli Geyik" efsanesinde de, Hunlarla Macarlar (Hunor-Moger) kardeş gösterilmiştir . Nihayet Macaristan'da yaşamış olan Sekellerin Hunların çocukları olduğu zannını uyandıran bir başbuğ Çaba Efsanesi vardır.Avrupa Hun kütlesi yalnız bu Türk devlet ve topluluklarının oluşuna ve kültür yönünden Batı Avrasya'sına sağlam bir zemin vermekle kalmamış, daha mühim olarak, Asya kıt'asında yer darlığı, kıtlık yüzünden veya siyasî-askerî bir sebeple sıkıntıya düşen ve bu tedirginlikten kurtulmak için huzurlu, rahat, hür yeni iklimler arayan Türk kütlelerine Batı yönünün açıcısı olmuştur. Aynı zamanda, yol üzerindeki îndo-îranî ve Germen gruplannı (Alanlar, Sarmatlar, Gotlar vb.) ileriye, uzaklara iterek veya kısmen kendi içinde eriterek temizlemek suretiyle bu yolu, sonraki 900 yıl müddetle Türk göçlerinin hizmetine hazırlamıçtır. Bu noktanın bilhassa belirtildiği batı araçtırmalarında, Hunlar üzerinde Avrupa'nın çeçitli kültürel tesiri konusunda düşülen aşırılık da dikkatten kaçmamaktadır.

Attila'nm sarayında, yabancı kökenden görevlilerin bulunduğu, bunların yüksek mevkiler işgal ettiği ve Türk, Got, Latin dillerinin aynı ölçülerde konuşulduğu doğrudur. Ancak, halkı Germen ve Latin olan Avrupa kıt'asmda tabiî sayılması gereken bu durumun, derin kültür tesirinden ziyade, Hun-Türk imparatorluğunun niteliğinden doğduğunu kabul etmek daha isabetli olur. Nitekim Hun topluluğu ne dil, ne de hayat tarzı yönlerinden değişikliğe uğramamış, siyasî iktidar sona erince de oraları bırakıp Türk çevresine dönmek tercih edilmiçtir. Buna karşılık, Hun hakimiyeti çağının Avrupa'da şu derin etkileri olmuştur:

a. "Kavimler göçü" yolu ile etnik bugünkü durumun temeli);

b. Savaşlar veya dostça münasebetler yolu ile edebî (Nibelungen Destanı, efsaneler vb.);

c. Bozkır san'atı yolu ile estetik;

ç. Batı Roma imparatorluğunun yıkılması (476. îtalya'nın ilk yabancı kıalı Odovakar, Attila'nın sadık adamlanndan Edekon'un oğlu idi) ve büyük istila hareketlerinin başlaması üzerine çok mühim bir tarihî gelişme olarak, Roma-Germen gruplaşma eğiliminin uyanması yolu ile siyasî;

d. Hatta köylünün ve güçsüzün korunmasına yönelik "şövalyelik" (dar manada, atlı savaççılık) hayatının ve Roma imparatorluk kavramına karşı millî duyguların yaratıcısı olarak sosyal;

e. Avrupa ordularının Türk sistemine göre ıslahı hareketleri dolayısiyle askeri bakımlardan Türk kültür tesirleri Batı'da hemen bütün Orta-çağlar boyunca devam etmiştir.

Hunların Anadolu Akını veya Türklerin Anadolu'ya İlk Gelişleri (395)

Hunların Anadolu Akını veya Türklerin Anadolu'ya İlk Gelişleri (395)

Hunların Anadolu Akını veya Türklerin Anadolu'ya İlk Gelişleri (395) Hunlar Roma İmparatoru I. Theodosius'un ölüm yılı olan 395'de yeniden harekete geçtiler. Bu hareket iki cepheli idi. Hunlar'dan bir kısım Balkanlar'dan Trakya'ya doğru ilerlerken, daha büyük sayıda bir kısım Kafkaslar üzerinden Anadolu'ya yönelmişti. Hun Devleti'nin Don nehri havalisindeki "doğu kanadı" tarafından tertiplenen Anadolu akını Basık ve Kursık adlı iki başbuğun idaresinde idi. Romalıları olduğu kadar Sasanî İmparatorluğunu da telaşa düşüren bu akında Hun süvarileri Erzurum bölgesinden itibaren Karasu, Fırat vadilerini takiben Melitene (Malatya)'ya ve Kilikkia (Çukurova)'ya ilerlemişler, bölgenin en tahkimli kaleleri olan Edessa (Urfa) ve Antakya'yı bir müddet kuşattıktan sonra, Suriye'ye inerek Tyros (Sur)'u baskı altına almışlar, oradan Kudüs'e yönelmişlerdi. Çok süratli cereyan eden bu akınlardan korkuya kapıldıkları için Hunlar hakkında acayip hikayeler uyduran kilise adamlarının dehşet dolu gözleri önünde, sonbahara doğru, kuzeye çark ederek Orta Anadolu'ya, Kappadokia-Galatia (Kayseri-Ankara ve havalisi)'ya ulaştılar ve oradan Azerbaycan-Bakü yolu ile kuzeye, merkezlerine döndüler. Bu akın, Türkler'in Anadolu'da, tarihî kayıtlarda sabit ilk görünüşleridir. 398'de daha küçük çapta tekrarlanan bu akınlar karşısında Doğu Roma'nın genç imparatoru Arkadios hiçbir ciddi tedbir alamamıştır.


İkinci Kavimler Göçü ve Hun Başbuğu Uldız

İkinci Kavimler Göçü ve Hun Başbuğu Uldız

Batıda Hun baskısı, 400 yılına doğru, başbuğ Uldız (Grek ve Latin kaynaklarında: Huldin, Uldin, daha çok Uldiz) kumandasında iyice hissedildi. Balamir'in oğlu veya torunu olduğu sanılan Uldız, Attilla'nın son yıllarına kadar takip edilecek olan Hun dış siyasetinin esaslarını tespit etmiş ki, buna göre, Doğu Roma, yani Bizans daima baskı altında tutulacak, Batı Roma ile iyi münasebetler devam ettirilecekti. Çünkü, Bizans'ın Hun nüfuzuna alınması ilk hedefi teşkil ediyor, buna karşılık, Batı Roma topraklarına tecavüz ederek huzursuzluk çıkaran "barbar" kavimler aynı zamanda Hunlar'ın da düşmanları oldukları için, Batı Roma ile müşterek hareket gerekiyordu. Nitekim Uldız'ın Tuna'da görünmesi ile Kavimler Göçü'nün 2. büyük dalgası başlamış, Asding Vandalları, 401'de Batı Roma eyaletlerine girmişler, Hunlar'dan kaçan Vizigotlar da İtalya'da görülmüşlerdi. Lombardia üzerinden Galya'ya uzanan Alarik'in idaresindeki bu Got tehlikesi Romalı ünlü kumandan Stilikho tarafından güçlükle önlendi (Nisan 402). Fakat daha korkunç bir barbar belirdi ki, bu da Hun korkusu ile yerlerini terk etmiş olan Vandallar'ı, Sueb'leri, Kuad'ları, Burgond'ları, Sakson'ları, Alaman'ları vb. kendi demir yumruğu altında birleştirmiş olan Roma üzerine atılan Radagais idi. İtalya'da müthiş tahribat yaparak, Roma'yı yeryüzünden kaldıracağını ilan ediyordu. Stilikho'nun bile Pavia savaşında durdurmağa muvaffak olamadığı bu barbar şef, ancak Türkler karşısında mağlup oldu. Büyük Faesulae (=Fiesole, Floransa'nın güneyinde) muharebesinde bizzat Uldız'ın kumanda ettiği Romalı kuvvetlerle takviyeli Hun ordusu tarafından mağlup edilen Radagais yakalandı ve idam edildi (Ağustos 406). Bu zaferi ile Uldız Roma gibi büyük bir medeniyet merkezini kurtarmış oldu Aynı zamanda Hun kudretinden bir kere daha ürken Vandal, Alan, Sueb, Sarmat, Kelt vb. kütlelerini Ren nehri ötesine, Galya'ya gitmeğe zorlamakla, Hunlar'ın batı istikametindeki yolları üzerindeki engelleri kaldırmış, buralarda Hun kuvvetlerinin serbest hareketlerine imkan hazırlamıştır.



İki Roma Devleti Karşısında Hunların Tutumu

İki Roma Devleti Karşısında Hunların Tutumu

422 yılı Avrupa Hunları tarihinde yeni bir devrin başlangıcı gibidir. Bu tarihte Hun hükümdar ailesine mensup dört kardeşten (Rua, Muncuk, Aybars, Oktar) Rua imparatorluk makamını işgal ediyor, Muncuk (Atilla'nın babası) erken öldüğü için diğer iki kardeş "kanad kralları" durumunda bulunuyorlardı. Siyasette Uldız'ın izinde yürüyen Rua, Bizans'ın Hun ordusunu isyana teşvik etmek ve tabi kavimleri Hunlar'dan ayırmak maksadı ile Hun topraklarında faaliyete geçirdiği casusluk şebekesi ve propagandacıları ileri sürerek tertiplediği Balkan seferinde (422), hiç mukavemet göstermeyen Bizans'ı yıllık vergiye bağladı: 350 libre altın. İmparator II. Theodosios (408-450)'un, 423'te henüz 4 yaşında iken Batı Roma İmparatoru ilan edilen III. Valentinianus karşısında Roma'ya sahip olmak iddiası ile İtalya'ya ordu ve donanma sevk etmesi Batı Roma'yı Hunlar'a daha çok yaklaştırdı. Roma senatosunun da küçük imparatorun yerine I. Notarius (Devlet Baş müsteşarı) Johannes'i seçmesi üzerine o sırada 35 yaşında bulunan ünlü asilzade Aetius, yardım sağlamak için Rua'nın yanına geldi. Hun İmparatoru 60 bin süvari başında İtalya'ya yöneldi. Savaşa girmeden kuvvetlerini çeken Bizans'tan ağırca bir harp tazminatı alındı. 429'da "Magister militum", 432'de konsül olan, 433'te Roma İmparatorluğu'nun en yüksek makamı "Patricius"luğa yükselerek uzun müddet ordular başkumandanlığı yapan Aetius gençlik çağının Roma tahtı işlerine karışmaktan doğan buhranlı anlarını Hun yardımı ile atlatmış, 432 yılında Afrika'da Vandal kıralı Geiserk ile mücadele eden rakibi Bonifacius karşısında, canını Rua'ya sığınmak suretiyle kurtarmıştır.

Rua'nın Bizans Politikası ve Ölümü (434)

Rua'nın Bizans Politikası ve Ölümü (434)

Bütün bunlar Rua'nın kuvvetli şahsiyeti ile Hun devletinin her iki Roma'nın iç ve dış siyasetlerine istikamet verdiğini göstermekte idi. Artık Hunlar'a tabi "barbar" kavimlerin Roma'ya güvenerek herhangi bir harekete kalkışmaları bahis mevzuu değildi. Ancak, Bizans tarihçisi Priskos'un ifadesi ile Rua'dan barışı yılda 350 libre altınla satın almış olan II. Theodosios, yine de, Hun idaresinde yaşayan yabancıları gizlice kışkırtmakdan geri kalmıyordu. Bu sebeple Rua o zamana kadar devam edegelen, Bizanslılar'ın Hun İmparatorluğundaki yabancılarından asker toplama faaliyetlerini ve Bizanslı tacirlerin Hun topraklarında ticaret yapmalarını yasak etti. Ülkesi dahilinde hiçbir Grek serbest dolaşamayacak ve ticaret belirli sınır kasabalarında yapılacaktı. Bu arada Rua, bir müddet önce Bizans'a sığınmış olan Hun ileri gelenlerinden Mama ile Atakam'ın oğullarının ve diğer Hun kaçaklarının iadesini istedi. II. Theodosios süratle anlaşma yolu bulmak ümidi ile elçilik heyetini Hun başkentine göndermeğe karar verdi. Fakat o sırada Rua öldü (434 baharı). Bizans kudretli bir düşmandan kurtulduğu için seviniyor, Piskopos Proculus, Tanrının dindar imparator Theodosios'un dualarını kabul ederek Bizans üzerinden bir tehlikeyi kaldırdığını vaaz ediyordu. Fakat Hun sınırlarına gelen Bizans elçilik heyeti Rua'yı gölgede bırakan bir Türk Başbuğu ile karşılaşmıştı: Attila. Hunların başına geçtiği zaman 39-40 yaşlarında olan Attila, babası Muncuk erken öldüğü için, amcası Rua'nın yanında yetişmiş, onunla birlikte seferlere katılmış, çeşitli kavimleri yakından tanımak imkanını bulmuş, devlet idaresini ve Hun iç ve dış siyasetinin esaslarını öğrenmişti.

Margus Barışı

Attila, amcası Rua’nın ölmesi üzerine kardeşi Bleda ile birlikte 434 yılında Hun yönetimini üstlenmiştir (Vámbéry, 1885: 80; Szász, 1943: 175). Türk devlet teşkilâtında daima büyük kardeşin tahta çıkması kesin olmayıp, şehzadeler arasında en liyakatlisinin başa geçmesi geleneği var olmasına rağmen (Donuk, 1981: 29-56), Bleda Hun hükümdarı olmuştur. Fakat üstün kabiliyetlerinden dolayı bütün işleri Attila yürütmüştür
Rua zamanında başlayan Doğu Roma ile barış görüşmeleri, onun ölümü üzerine Attila tarafından neticelendirilmiştir. Attila, derhal yola çıkarak İllyria (Arnavutluk ve Dalmaçya sahası)’da, Morava ile Tuna’nın birleştiği yerde, Tuna’nın diğer kıyısına tanzim edilmiş olan Constantia surları karşısında kurulmuş olan Margus (Bugünkü Orasje-Dobruca) şehrinde, bütün halkın gözleri önünde at üzerinde olduğu halde isteklerini elçi Plinthas başkanlığındaki Doğu Roma heyetine barış şartları olarak kabul ettirdi (434)
(Priskos, s. 24; Thierry, 1865: 46-48).

Tarihte Margus barışı olarak bilinen antlaşmanın maddeleri şunlardır:
1- Esir edilmiş Romalılarla ve daha önce Roma’ya kaçmış olan bir çokları ile birlikte, Hunlardan kaçacaklar Roma hududuna kabul edilmeyecekler.
2- Romalı mülteciler ve esir alınmış olanların her biri için 8 altın kurtarma ücreti ödenecek. Ancak bu fidyeyi verdikden sonra esirler geri dönebilecekler.
3- Romalılar Hunların hâkimiyeti altında olan kabilelerle ortaklık yapmayacaklar.
4- Ticaret yapmak için eşit şartlar içinde biraraya gelinecek.
5- Romalılar ve Hunlar emniyet içerisinde olacaklar.
6- Yapılan antlaşma devamlı olacak ve bu antlaşmaya riayet edilecek.
7- Romalılar tarafından Hun kralına daha önce 300 altın libre ödenen vergi yerine 700 altın librae ödenecek (Priskos, s. 24) Antlaşma atalardan kalma bir yemin ve dini merasim ile pekiştirildi (2. Bunun üzerine Doğu Roma iktidarı kendilerine kaçan Hunları iade etti. Bunlar içerisinde bulunan Hun kral soyundan Mama ve Atakam’ı, Trakya’da bir kale olan Carsus (Bulgaristan’da Hırsova)’da Attila halkın gözü önünde idam ettirdi (Priskos, s. 24) Bu antlaşmanın yapılmasından sonra Hunların hareketleri hakkında Roma kaynaklarında hiçbir bilgi bulunmamaktadır. Büyük ihtimalle bu zaman içerisinde Kuzey ve Doğu Avrupa’da yerleşmiş olan çeşitli kavim ve kabileler üzerinde hâkimiyet tesis ettirilmesi ve birçok fetihler olmuştur. Bu tarihte, bütün tarihî kaynaklar son derece belirsiz olduğu için, Bleda ve Attila tarafından yönetilen imparatorluğun tam büyüklüğü ve gücü hakkında birşey söylemek de oldukça zordur (Thierry, 1865: 52-54; McGovern, 1939: 385-386; Altheim, 1948: 303-316).

Attila devrine gelindiğinde, Hun başkentinde Doğu Roma politikasında bir değişiklik yoktu. Temelleri Uldız zamanında atılan politikaya göre, her fırsattan yararlanılarak Doğu Roma baskı altında tutulacak ve nihayetinde kesin olarak Hun hâkimiyeti altına alınacaktı. Uldız’ın "güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar her tarafı fethederim " diye Doğu Roma elçilerini tehdit eden bu söz, Hun politikasının temelini oluşturmakta idi. Esas hedefi dünya hâkimiyetini gerçekleştirmek olan Attila, buna giden yollardan birisinin Doğu Roma olduğunu biliyordu. Bu sebeple ilk önce büyük devletlerden birisi olarak Bizans hezimete uğratılacak ve başkent İstanbul’daki politikalara kendisi yön verecekti. Büyük devlet adamı, asker olduğu kadar büyük bir diplomat da olan Attila, şartlar uygun olduğu zaman her fırsatı değerlendirmek istiyordu (Szász,1943: 187; Harmatta, AAH, I, 1951: 139)

Margus barışı yapıldıktan sonra, Slav, Fin, Germen, Türk asıllı birçok kavmi itaat altına alan Attila, arkasını sağlamlaştırdıktan sonra, 440 yıllarına gelindiğinde yeniden ortalarda görünmeye başladı. 439 yılında Vandallar, Kartaca’yı, Afrika’nın birçok yerleşim bölgelerini ele geçirmişler ve oradaki önemli bir Roma donanmasını da yağma etmişlerdi. Bunun üzerine Doğu ve Batı orduları birlikte 440 yılı ilkbaharında, Vandalların saldırısına uğrayan Sicilya’yı korumak için harekete geçti. Bu durumu öğrenen İranlılar da uzun süredir hevesli oldukları Ermenilere saldırdı. İranlıların bu saldırılarına karşı Doğu Romalılar, elle tutulabilir tüm askerlerini harekete geçirdi (Premier, 1968: 291; Bóna, 1991: 55-56) Bütün bunlardan haberdar olan Attila, durumdan istifade ederek büyük bir hızla birlikleriyle harekete geçti. Tuna’da bulunan en son Doğu Roma mevzisi Castra Constantia’ya saldırdı. Bir pazar yeri olan burada Romalılara hücum etti ve birçok kişiyi esir aldı. Bunun üzerine Romalılar derhal Hunlara elçiler gönderdi. Elçiler, yapılan saldırının antlaşmalara aykırı olduğunu iddia ederek Hunlarla müzakerelere başladı. Büyük bir diplomat olan Attila, hareketin niçin yapıldığını diplomatik manevralarla Doğu Romalılara izah etti. Bu hareket savaş değil, bir uyarı idi. Çünkü Margus Piskoposu Hun hudutlarına girerek, Hunlarca çok kutsal olan mezarları soymuştu (Thierry, 1865: 54; Altheim, 1952: 146-147)

Bu sebeple piskoposu kaçaklarla birlikte, Margus antlaşmasına uygun bir şekilde iade etmedikleri takdirde savaş ilan edilecekti. Ayrıca kaçakların sayısının fazla miktarda olduğu da özellikle belirtilmişti (Priskos, s. 24-25). Bu görüşmeler neticesinde Romalılar söylenenleri inkâr etti. Hunlar ise görüşlerinde israr ettiklerinden bir antlaşma olmadı ve savaş çıktı. 440 sonbaharında harekete geçen Hun orduları Tuna’yı geçerek, çevredeki bir çok yeri tahrip ettikden sonra Viminacium (Bugünkü Kostolaç)’u ele geçirdi. Hunların bu hücumu üzerine birçok Doğu Romalı, bir kişi yüzünden devlet savaş tehlikesine maruz kalmasın diye, piskoposun geri verilmesi gerektiğini belirttiler. Bunun üzerine piskopos, kendisinin geri verileceğinden korkarak gizlice Hunlara kaçtı. Eğer Attila kendisine iyi davranır ise Margus şehrini teslim etmeyi vaat etti. Bunun üzerine Hunlar, sözünde duracak olursa her türlü yardımı yapacaklarına söz verdiler. Antlaşma sağlanınca piskopos, pek çok Hunla birlikte Romalıların sınırına döndü ve Tuna’nın kıyısında onları pusuya yatırdı. Geceleyin uygun bir anda işaret vererek, Hunları harekete geçirdi ve şehri teslim etti. Bu harekete birlikte Hunlara artık Trakya ve İstanbul’un yolu açılmış oluyordu (Priskos, s. 25; Szász, 1943: 190-191)


Hunların Batı Roma'ya Yardımı

Hunların Batı Roma'ya Yardımı

Sayıları 45'e varan çeşitli dil ve soydan olan bu kavimler eski Türk devlet sistemine göre yalnız siyasi bir birlik teşkil etmekte, yabancı kavim veya zümreler ancak reisleri, şefleri veya kralları vasıtası ile imparatorluğa bağlı bulunmakta idi. İmparatorlukta sükunet hakimdi. 442 yılında Hun orduları başkumandanı (Genel Kurmay Başkanı) Onegesius (Onügez) ile Attila'nın büyük oğlu İlek tarafından bastırılan Agaçeri isyanı dışında bu sükunet bozulmamıştı. Halbuki Roma İmparatorluğu'nda, Kavimler Göçü dolayısıyla hareket halinde olan kavimlerin bulundukları yerlerde ve geçiş yolları üzerinde geniş ölçüde tahribat yapması, yerli halkın mahsulatının zorla ellerinden alınması vb. yüzünden patlak veren ve genişleyen köylü isyanları (Bagaudalar) nizam ve asayişi iyice sarsmış, buna karşı Roma Patricius Aetius vasıtası ile, bir kere daha Hunlar'a müracaat zorunda kalmıştı. İki yıl kadar süren mücadele sonunda Attila'nın gönderdiği Hun müfrezeleri yardımı ile isyancı elebaşılar Aetius tarafından ortadan kaldırıldı ise de (436), bu defa da Kral Gundikar idaresinde Belçika bölgesine saldıran Burgondlar'la savaşmağa mecbur olundu. Bilhassa Necker nehri boyunca ceryan eden bu muharebelerde Hun ordusuna batı kanadı "kralı" Oktar kumanda ediyordu ki, rivayete göre, 20 bin Burgond savaşçısının öldüğü bu Hun-Burgond mücadelesi Almanlar'ın meşhur "Nibelungen" destanlarına mevzu teşkil etmiştir. Bütün "Germania"nın zaptının tamamlayan bu savaşlar neticesinde 436'yı takip eden yıllarda şu kavimlerin de Türk idaresine alındığı anlaşılmaktadır: Franklar, Türingler, Longobardlar. Hun hakimiyetinin "Okyanus adaları"na, yani Kuzey Denizi ve Manş kıyılarına ulaştığı, hadiseler çağdaş tarihçi Priskos tarafından kaydedilmiştir.


I. Balkan Seferi

Doğu Roma’nın siyasî, iktisadî olarak içinde bulunduğu güç durumdan, Vandal kralı Geiserik’in Romalılara karşı kendisinden yardım istemesinden ve Hunlar karşısındaki aczinden yararlanan Attila, Margus’un ele geçirilmesiyle başlayan hareketine devam ederek Balkanlara doğru ilerlemeye başladı (441). Tuna nehrinin güney tarafında, batı istikametine doğru saldırılarına devam etti. Bu hareketini İllyria bölgesine kadar genişletti. Singidunum (Belgrad)’u kuşatarak ele geçirdi ve bütün ahalisini esir aldı (441). Daha sonra Sirmium (Sermska Mitrovica)’u fethetti (Procopius, MDCCCXXXIII, s. 26-27; Zachariae, 1881: 131; Alföldi, 1926: 6; Altheim, 1952: 150; Gordon, 1960: 63-65; Ireçek, 1990: 53-54).
Sirmium’un fethinden sonra Attila, güneyden başlayarak Pannonia Secunda bölgesini ve Naissus (Niş)’u da hâkimiyeti altına aldı. Trakya’ya doğru hızlı gelişen Hun hareketi, Hunlarla çok iyi ilişkiler içerisinde olan Batı Romalı Aetius’un araya girmesiyle kesildi. Aetius; Doğu Romalıların Margus barışı şartlarını yerine getirerek ödenmeyen vergileri ödeyeceklerine ve kendilerindeki tüm kaçakları iade edeceklerine garanti verdi. Bunun teminatı olarak da oğlu Carpilio’nu Hun sarayına esir olarak gönderdi. Böylece Tuna bölgesindeki stratejik bir çok kale Hunların eline geçti ve Balkanlar’da Hunlara ciddi şekilde mukavemet edecek hiçbir kuvvet kalmadı.*

441 yılı olayları hakkında Marcellinus Comes şunları yazmıştır: "Hun kralları sayısız savaşçılarla İlleria’ya saldırdılar. Belgrad ve başka şehirler ile Illeria’nın bir çok yerini yerle bir ettiler".
Cladıus Claudianus ise şöyle demiştir: "Hunlar ortalığı kasıp kavursa da, Sarmatlar kapının önündikilse de, onlar (Romalılar) sadece artistliği düşünürler".
Hunlar ile Doğu Roma arasında imzalanan bu anlaşmanın tarihi 442’dir. Anlaşmayı Romalılar adına konsül Nomuş imzalamıştır. Bu sırada Asya taraflarında seyahatte bulunan imparator da, dönüşte 443 yılı baslarında onaylayarak şartlarını yerine getirmeye çalışmıştır. A. Vasiliev, Bizans İmparatorluğu Tarihi, I, Ankara, 1943, s. 121; E.A. Thompson, A History of Attila and the Huns, s. 73 vd.; H.Homeyer, Attila, s. 77-78.; İ. Kafesoğlu, XII. Asra Kadar İstanbul’un Türkler tarafından Muhasaraları, IED, III, 1957, s. 3 vd.; B. Croke, Anatolius and Nomuş: Envoys to Attila, s. 162-164.

II. Balkan Seferi ve Anatolius Barışı

447 yıllarına yaklaşıldığında, Attila’nın Doğu Roma politikasının daha sertleştiği görülmekteydi. Çünkü I. Balkan seferinden beri İmparator II. Theodosios, Balkanlarda Hunlara karşı bir müdafaa hattı teşkil etme teşebbüsünde bulunmuş ve Magister Officorum olan Nomus’u görevlendirerek yeni bir limes tanzimine girişmişti. Ayrıca Doğu Roma’nın ağır malî kriz içerisinde bulunması, 446’da ortaya çıkan salgın hastalık ve 447’deki büyük deprem İstanbul başta olmak üzere imparatorluğun birçok şehrinde hasarlar meydana getirmiştir. Öyleki depremin tesiriyle İstanbul surlarında çok sayıda burç da yıkılmıştı. Doğu Roma’nın askerî ve malî bakımdan içine düştüğü çok zor şartların yanında, Attila’nın hareketinin altında yatan esas sebep ise, Bizansı kat’î surette hâkimiyet altına alıp Batı Roma’ya yönelmekti. Yani alt yapısı oluşturulan cihan hâkimiyeti ülküsünü gerçekleştirmekti (Gibbon, 1764: 270-71; Turan, 1981: 157; Schröder, LIX, 1922: 240-244) Bu arada II. Theodosios zamanında Attila, Romalı-lardan, daha önce ödenmeyen borçların karşılığı olarak zorla vergi topladı. Kendisine elçilerin gelmesi, kaçakların iade edilmesi ve vergiler hususunda mektup yazdı. Bu mektubu, isteklerini bildirmek üzere Doğu Roma’ya gönderdiği elçiler ile yolladı. Kendi elçileri geri dönerken de, Romalı elçilerin onlarla birlikte gelmesini istedi. Eğer bunlar yerine getirilmez ise, Doğu Roma’ya savaş açacağını belirtti. İmparator, Attila’nın mektubunu okuyunca, kendilerinde bulunan kaçakları iade etmeyeceğini, fakat derhal bir elçilik heyeti göndereceğini söyledi. II. Theodosios, Attila’nın asıl isteklerini geri çevirince Attila ordusuyla Tuna’yı geçti ve birkaç küçük kalenin alınmasından sonra çok kalabalık bir şehir olan Ratiaria’ya başarılı bir saldırı yaptı. Burası Tuna Bölgesi’nin anahtar yeri idi (Priskos, s. 26; Prosper Tiro, s. 479; Szász,1943: 191-192; Gordon, 1960: 70 vd.) Ostrogot Kralı Valamir ile Gepidlerin Kralı Ardarik’in kuvvetlerinin de katıldığı Hun ordusu, bu günkü Bulgaristan’a girerek Oescus (Gigen) kasabası yakınında Utus Irmağını (Vidin Çayı) geçti. Burada, Moesia bölgesi Magister Militium’u olan ve Hunlardan Bizanslılara firar eden Got asıllı Arnegisclus komutasındaki Doğu Roma ordusunu ağır bir hezimete uğrattı. Arnegisclus da savaş meydanında hayatını kaybetti. Bu başarıdan sonra Attila Hun ordusunun bir kolunu Nikopolis (Niğbolu) civarındaki Asemus (Osem) kalesinin muhasarasına memur etti. Tuna boyundaki yerleri almak üzere de doğu istikametine başka kuvvetler sevk etti. Kendisi ise esas Hun ordusu ile güneye doğru ilerliyerek, Serdica (Sofya), Philippopolis (Filibe)’i zaptederek Adrianopolis (Edirne)’i kuşattı. Kuvvetlerinin bir kısmını Edirne muhasarasına bırakarak, Durostorum (Silistre), Marcianopolis (Preslav)’i ele geçirdikten sonra, İstanbul istikametine yöneldi. Arcadiopolis (Lüleburgaz), Kallipolis (Gelibolu) ve Sestos (Akbas Limanı) şehirlerini de fethetti.



Bu sırada Attila, geride mukavemet edebilecek yerleri yok etmek gayesiyle ansızın geri döndü. Trakya’dan geçerek Teselya’ya girdi ve Thermopylae (Termopil Geçidi) civarına geldi (Theophanes, 1839: 102 vd.; Szász, 1948: 216-17; Obolensky, 1974: 64; Kafesoğlu, 1957: 5) Artık Hun tehlikesi başkent İstanbul’u tehdit ediyordu. Doğu Roma, Hunların başarıları karşısında tamamen ümitsizliğe düştü. Bu arada Vandallara karşı Sicilya’da bulunan Doğu Roma birlikleri ile İran sınırındaki garnizonların geri dönmesi ve Prens Aspar komutasındaki bu kuvvetlerin 447 yılında Chersones’de Hunlara mağlûp olması Roma için herşeyin sonu oldu. İmparator II. Theodosios, Attila’dan barışı adeta dilenmek mecburiyetinde kaldı. İmparatorluğun Doğu Ordusu komutanı Senatör Anatolius vasıtasıyla, Athyra (Büyükçekmece)’da ordugâh kuran Hunlar ve Doğu Romalılar arasında barış görüşmeleri yapıldı. 447’de imzalanan ve tarihte Anatolius Barışı diye bilinen antlaşmanın maddeleri şöyle idi (Thompson, 1948: 90 vd.; Croke, s. 165 vd.; Bornes, Phoenix, 24, 1975: 164)

1- Kaçaklar derhal Hunlara iade edilecek.

2- Geçmiş vergiler karşılığında 6000 libre altın Hunlara ödenecek.

3- Hunlara ödenen senelik vergi 2100 altına çıkarılacak.

4- Parasını ödemeden Romalıların ülkesine kaçmış olan her Romalı esir başına 12 altın ceza ödenecek ve bu ödenmediği takdirde esir sahibine iade edilecek.

5- Romalılar, Hun ülkesinden kendi tarafına kaçanları bir daha kabul etmeyecek

(Priskos, s. 26).



Doğu Romalılar, kendilerine kabul ettirilen bu ağır şartları zihinlerini sarmış bulunan Hun korkusundan dolayı kabul etmek zorunda kalmışlardı. Çünkü imparatorluğun hazineleri saçma gösterilere, boş, faydasız şan şöhret sefalarına ve ölçüsüz zevklere hasredilmişti.

Bu sebeple iktisadî olarak büyük bir felaketin içerisinde bulunuyorlar ve Hunlara ödenmesi gereken paraları temin için tedbirler düşünüyorlardı. Bu sebeple halktan haksız yere zorla vergi toplandı. Toprak vergisinden muaf tutulanlardan bile hakimlerin kararı ile toprak vergisi alındı. Herkes üzerine düşen altını getiriyor ve vergiler imparator tarafından vazifelendirilenlerce zorla toplanıyordu. Öyle ki, atadan kalma zenginliklerin sahibi olanlar, eşlerinin süs eşyalarını ve kendi değerli şeylerini satıp ödenmesi mecburî paraları temine çalışıyorlardı. Bu savaş, Romalıların o derece büyük felaketlere düşmesine sebep oldu ki, açlıktan ve intihar ederek birçok insan canından oldu. Hazine tamamen boşaltılarak Hunlara ödenecek para temin edildi. Bu sırada İstanbul’a bu iş için gelmiş olan Hun elçisi Scotta vasıtasıyla da Hunlara gönderildi. Aynı zamanda para ile birlikte kaçaklar da iade edildi (Priskos, s. 27; Altheim, 1952: 153). Attila devrinde Bizansa karşı gerçekleştirilen iki Balkan seferi neticesinde, Tuna boyundaki Doğu Roma savunma mekanizması çöktü. Artık, Hunlara mani olacak hiçbir engel kalmamış oldu. Zaten Bizans İmparatoru, Attila’nın isteklerini bir efendinin emirleri olarak görüyor ve yerine getiriyordu (Priskos, s. 29). Böylece Bizans ağır bir vergiye bağlanmış ve Hunların istekleri doğrultusunda hareket etmeye zorlanmıştı. Bu da Türk devlet geleneğine göre bir devletin kesin olarak hâkimiyet altına alınması için yeterli idi (Kafesoğlu, 1957: 80)



Yine bunun sonucunda Bizans’dan alınan altınlarla Hun hazinesi dolmuş ve Balkanlar’daki sınırları da oldukça genişlemişti (Harmatta,1955:183 vd.; Mommsen, 1906: 539) Attila Doğu Roma’yı hâkimiyet altına alıp, Batı Roma politikasında yavaş yavaş değişiklikler yapıp, cihan polititasına adım adım yaklaşırken ülkesinde güçlü bir devlet yapısı meydana getirmişti. Devletin en tepesinden en altına kadar her kademede tam itaati sağlamış, gerek Hunlar gerekse tâbi kavimlerden başarılı olanları devlet hizmetine almıştı (Altheim, 1952: 158 vd.; Grousset, 1980: 91; Bóna, 1991: 107, 111 vd.). Attila’nın hükümet merkezinin (başkenti) neresi olduğu meselesi oldukça ihtilaflıdır. Birçok tarihçi, Attila’nın sarayının, Rua zamanında orduların bulunduğu Tisa çevresindeki aynı yer de olduğunu, bazıları ise yerin tesbitinin mümkün olmadığını düşünmektedirler (Thompson, 1948: 221; Bóna, 1991: 64-65). Hun hükümet merkezinin nerede olduğunu söyleyebilmek mükün değilse de tarihi kaynaktaki bilgiler ışığında Attila’nın Erdel’de ve Maros nehri vadisinde olduğu gibi değişik yerlerde büyük evleri ve sarayları bulunduğu bilinmektedir (Priskos, s.38; Jordanes, s.104; Bóna, 1991: 71). Uldız’ın temelini attığı Hun dış politikası gereği Batı Roma imparatorluğu ile başlangıçta iyi ilişkiler içerisinde bulunan Attila, Doğu Roma’nın hâkimiyet altına alınmasından sonra, politikasında belirgin bir değişikliğe gitti. Artık Batı Roma da boyunduruk altına alınacak ve sıra Sasanilere gelecekti (Priskos, s.53; Jordanes, s.105 vd.). Bu anlayışla Hun dış politikasının ağırlık noktası Batı Roma’ya kaymış oldu.


Attila'ya Suikast Teşebbüsü

Attila'ya Suikast Teşebbüsü ve Attila'nın İmparator Theodosius'a Unutulmaz Cevabı

Bizans bakımından en ağır şart yıllık vergi idi. Her sene bu kadar altın tedarik edilmesi İmparatorluğun takatini aşıyordu. Şaşırdığı anlaşılan Theodosios, sarayındaki ileri gelenlerin de tavsiyeleri ile, garip bir kurtuluş yolu buldu: bir suikast ile Attila'yı ortadan kaldırmak. Başında Edekon (Türk) ile Orestes (Pannonialı bir Romalı)'nın bulunduğu Hun elçilik heyeti ile birlikte Bizans başkentinden Attila'nın devlet merkezine yani Orta Macaristan'a doğru yola çıkan, suikast tertibinden habersiz tanınmış hukuk bilgini Maximinos başkanlığındaki ve bıraktığı notlarla, başta Attila ve çağı olmak üzere 5. asır Avrupa Türk tarihini teferruatlı bir şekilde öğrenmemize yardım eden katip Priskos'un dahil bulunduğu Bizans elçilik heyetine, gizli planı gerçekleştirmeğe memur, gizli vazifeli Bigilas'da katılmıştı. Heyet 448 yılı yazında Hun başkentine geldiği zaman, durumdan Edekon vasıtası ile haberdar olan Attila, yaptığı aleni sorgu neticesinde Bigilas'a maksat ve faaliyetlerini itiraf ettirdi, Bizanslılar'ın hiçbirine dokunmadı. Fakat Theodosios'a hitaben yazdırdığı şu mesajı hususi elçi ile imparatora yolladı: "Theodosios, Attila gibi, asil bir babanın oğludur. Attila babası Muncuk'tan aldığı asaleti muhafaza etmiş, fakat Theodosios Attila'nın haraçgüzarı olmakla köle durumuna düşmüştür. Theodosios kölelik haysiyetini de koruyamamıştır, çünkü efendisinin canına kıymak istemiştir". Attila'yı teskin etmek üzere Bizans'tan, derhal, yukarıda adı geçen Anatolius ile magister ve kançılar Nomus başkanlığında ikinci bir heyet yola çıkarıldı. Bu elçiler Hun başkentinde Attila'yı tahminlerin aksine, sakin ve yumuşak buldular. Zira Hun dış siyaseti değişmekte idi. İmparator Theodosios'un şahsında Bizans'ı tamamen kendi idaresine bağlı kabul eden Attila, artık Batı Roma'ya yönelme zamanının yaklaştığı kanaatine varmış bulunuyordu. Batı Roma'ya esasen son askeri destek 439 yılında yapılmış, ondan sonra yardımlar kesilmişti. Batı Roma Hun Devletine yıllık vergisini muntazaman ödemekle beraber, durumun farkında olan Başkumandan Aetius, muhtemel bir Hun-Roma çatışmasına hazırlanmakta idi: "Barbar"larla münasebetlerini düzeltmiş onlardan aldığı ücretli askerlerle, Türk usulünde, çoğu süvari birliklerinden kurulu ordular teşkiline girişmiş, Hunlar'a bağlı bazı kavimlerle gizli temaslar aramaya başlamıştı. Buna karşılık Attila da, 443 yıllarında tekrar alevlenen ve Galya'dan İspanya'ya da sıçrayan köylü isyanları ile yakından ilgileniyor, Roma'ya karşı Vandallarla işbirliği imkanlarını araştırıyordu. O da, şüphesiz, Roma İmparatorluğu ve "barbar"lardan meydana gelen bütün bir Batı dünyası ile hesaplaşacağı için işin ehemmiyet ve azametini takdir etmekte idi.

Campus Mauriacus Savaşı

Attila, Batı Roma üzerine yapacağı sefer için hazırlanırken, bir yandan da diplomatik ataklarını sürdürdü. Batı Roma İmparatoru III. Valentinianus’un kız kardeşi Honoria, imparator tarafından tahta ortak olunmaması için bekar kalmaya zorlandı. Fakat 449 yılında sarayda patlak veren bir skandaldan sonra İstanbul’a gönderildi ve sarayda göz hapsinde tutuldu (Gordon, 1960: 104-105; Mommsen, 1906: 540-541). Aşağılanan Honoria, 450 başlarında gizlice Attila’dan yardım istedi. Ayrıca ona altın bir nişan yüzüğü de gönderdi. Bu teklifi kabul eden Attila, Valentinianus’dan nişanlısının hissesine düşen Galya bölgesini başlık (drahoma) olarak istedi. Attila karşısında zor durumda bulunan kuzeni II. Theodosios’un da bu talepleri desteklemesinden korkan imparator, Honoria’yı 450 ilkbaharında Roma’ya geri çağırdı. Ardından göstermelik bir evlilikle kardeşini gelin etti (Premier, 1968: 333-334; Szász, 1943: 270) Bunun üzerine savaş tehdidinde bulunan Attila, Batı Roma imparatorluğunun yarı hükümdarı gibi davrandı. Ordusunu harekete geçirirken hedef şaşırtmak ve Batı Roma’yı iyice hazırlıksız yakalamak için, gayesinin Hun ülkesinin kuzeyinde oturan Germenler’in isyan teşebbüslerini bastırmak olduğunu söyledi. Bu arada Batı Roma İmparatorluğuna da haber göndererek Romalıların dostu olduğunu, ordusu ile de ihtiyaç duydukları anda yardım edeceğini bildirdi. Ayrıca Frankları mağlûp ettikten sonra, Frank devletinin dağılması ve kralın ölmesi üzerine kralın büyük oğlunun kendisinden yardım istediğini de bahane etti. Halbuki Attila’nın esas hedefi Germenler ve Vizigotlar ile ittifak yapmak idi (Maenchen-Helfen, 1978: 97-98).Bu arada Doğu Roma imparatoru II. Theodosios, 26 Temmuz 450 yılında av esnasında atından düşerek ağır şekilde yaralandı ve iki gün sonra öldü. Bunun üzerine tahta Markianos geçti (450-457). Kendisini kiliseye adamış olan Theodosios’un kardeşi Pulcheria ile evlenerek, kendisine gerekli olan devlet otoritesini tesis etti. Birçok bakımdan zor durumda olan yeni Doğu Roma ümparatoruna da isteklerini kabul ettiren Attila, arkasını da böylece sağlama almış oldu (Jordanes, s.106-107; Priskos, s.57-58; Thompson, 1948: 124,133; Altheim, 1952: 171; Bóna, 1991: 99). 451 yılı başlarında Attila, Hun ve müttefiklerinden oluşan oldukça büyük sayıdaki gücü Galya’ya doğru harekete geçirdi. Bu arada sefere çıkmadan önce Doğu-Batı Roma İmparatorlarına birer elçi göndererek, "Hem benim hakimim hem de senin hakimin olan Attila, hiç vakit kaybetmeden bir saray yaptırmanı ve oraya kendisini kabul etmeni emir buyurdu", mesajını iletti (Malalas, 1986: 195-196). Böylece daha başlangıçta korku salarak, büyük bir psikolojik üstünlük elde etti. Zaten Jordanes’in dediği gibi "Bu kurnaz adam harpte silah kullanmadan önce, yalan ve hileyi çok iyi kullanıyordu"(Jordanes, s.110.). Esasını Hunların oluşturduğu orduda, en büyük ağırlığı Germenler oluştururdu. Bunun dışında hayli kalabalık olarak kralları Ardarik ve Valamir’in komutasındaki Gepidler ve Ostrogotlar ile, Rugi, Skir, Quad, Alaman, Herul, Thüring, Burgund ve Franklar da Hun ordusunun diğer kısmını meydana getirdi (Jordanes, s.108; Bóna, 1989: 82-84). Attila ordusunu iki kısma ayırdı. Bir kısmını Tuna’nın sağ kıyılarındaki Roma kalelerinin ele geçirilmesine memur etti. Diğer kısım ise Tuna’nın sol sahillerinden ilerleyerek güzergâhları üzerindeki kavimleri itaat altına almakla yükümlü idi. Sonunda iki ordu Ren sahillerinde birleşti (Thierry, 1865: 121-124; L. Hambis, 1971: 81) Attila Galya’ya doğru ilerlerken, Germenler’den Bir kısmını yedek olarak geride bıraktı. Ayrıca az sayıdaki bir Hun atlı birliğini, İranlılara karşı ayaklanan Ermenilere destek gayesiyle gönderdi. Az sayıdaki Hun atlıları, Kafkas geçidindeki İran sınır barikatlarını yaramadı. Bu sebeple 6 Mayıs 451’de Avrair bölgesindeki trajik savaşta Ermeniler’in korkunç yenilgisine mani olamadı(Maenchen-Helfen, 1978: 80-81; Baynes, 1910: 625-643) Galya’ya doğru harekâta başlayan Attila,Ren nehrini geçerek Galya’nın kuzey-doğusundaki şehirleri ele geçirmeye başladı. Bu arada, Galya’da Romalıların dostu olarak bulunduğunu, gayesinin hâkimiyeti altından kaçan Vizigotları tedip etmek olduğunu ilan etti. Muazzam Hun ordusu karşısında şehirler birer birer teslim oluyor, kaleler ele geçiriliyordu. Roma kuvvetleri bile ric’ata mecbur olmuş ve Loire sahillerinde toplanmıştı. Hun ordusuna karşı koyacak hiçbir kavim bulunmuyordu. Bazı Burgund ve Frank grupları mukavemet etmek istemişlerse de, Hun ordusu tarafından mağlûp ve perişan edilmişlerdi. Galya bölgesindeki şehirlerden sadece Paris ile Troyes Hun saldırısından kurtulabildi. Bunun üzerine halk arasında, iki şehrin azizler tarafından korunması sayesinde kurtulduğu inancı doğdu (Homeyer, 1951: 145-147;. Macartney, 1951: 119-122). Attila ilerlemesine devam ederken, arkasında kuvvetli bir kale olan Metz’i bırakmak istemediğinden şehri muhasara etti. Fakat şehir müthiş bir mukavemet gösterdiğinden muhasarayı kaldırarak çekilmek isterken kalenin bir tarafının yıkıldığı haberi gelmesi üzerine, şiddetli bir hücumla 7 Nisan tarihinde şehri elegeçirdi (Prosper Tiro, s. 480; Altheim, 1952: 175-177; Ferrill, 1986: 148-149; Grégoire de Tours, bk., Monumenta Germania Historica Scriptores Rerum Merovingicarum, I, 1885: 67-72). Metz şehrinin yanmış harabelerini arkasında bırakarak ilerlemesine devam eden Attila, Reims şehri önlerine geldi. Bu muhteşem ordunun hareketini öğrenen ahali şehri terk ederek civara kaçtı. Şehirde yalnız piskopos Nicasius ile birkaç kişi kalmıştı. Hun ordusu bunun üzerine hiç mukavemetle karşılaşmadan şehri ele geçirdi (Chronican Paschale, bk.Corpus Scriptorum Historiae Byzantinae, 1832: 583; Malet- Isaac, 1925: 431-432; Gibbon, 1988: 235 vd.) Daha sonra Attila ordusu ile güney-batıdaki Orleans şehrine geldi ve Loire taş köprüsü ile korunan, çevresi yuvarlak kalelerle sağlamlaştırılmış şehri muhasara etti. Köprünün çok büyük bir ehemmiyeti vardı. Çünkü oraya sahip olan, Vizigotların ülkesine giriş ve çıkışa hakim oluyordu. Köprü başındaki muhkem şehir Orleans da önemliydi. Şehir yeteri kadar ahalisi ve gücü olmasına rağmen böyle bir kuvvete daha fazla dayanamazdı.Nitekim Alanların kralı ve şehrin sahibi Sangiban Hunlara katılarak şehri teslim etmeye karar Verdi (Cassiodorus, Variae, bk. Monumenta Germaniae Historica1894: 157; Jordanes, s. 108-109; Thierry, 1865: 155 vd.; Szász, 1943: 288-290; Bachrach, 1973: 65) Bu sırada Aetius da, Galya bölgesindeki barbarlardan oluşan Roma ordusuyla Galya’ya geldi. İlk iş olarak Vizigot kralı I. Theodorik’in yardımını sağlamaya çalıştı. Yaklaşan tehlikenin büyüklüğünü sezen Theodorik Aetius’a yardım etmeye söz verdi. Vizigotların merkezi Toulouse’de dört oğlunu bırakıp, büyük oğlu Thorismund ile Theodorik’i alarak Aetius’la buluşmak için yola çıktı (Homeyer, 1951: 150-152; Altheim, 1952: 177-178; Jordanes, s.110; Sidonius , s.327-330; Prosper Tiro, s.481).



Gotların Aetius’la işbirliği yapması hususunda Sidonius şu bilgileri kaydetti: "Aetius Alpleri terkeder etmez, Gotların can düşmanları olan Hunları ülkelerinde her an beklediklerinin haberini aldı. Bunun üzerine cesaretini toplayarak Avitus’un yanına gitti ve Hunlar karşısında Gotlar ile Romalıların birleşmesi için yardım istedi. Avitus bu teklifi kabul edince, Aetius yola çıkarak Hunların izlerini takip etti. Gotlar, kendilerine söylenen sözleri dinliyorlardı. Çünkü rezil olmak yerine her türlü kötülüğü göze alıyorlardı" (Homeyer, 1951: 149-150).



Bu arada Sangibus’ın verdiği kararı da haber alan Aetius, şehrin müdafasına derhal askerî kuvvetler sevk etti. Attila şehri zaptetmek istediyse de, mühim bir müdafaa ile karşılaştı. Ahalinin bu direnişi, Aetius ve Theodorik’inde askerleriyle şehrin yardımına gelmesini sağladı (Eustathius Epiphaniensis, bk.Fragmenta Historicorum Graecorum, IV, s. 140; Prosper Tiro, s. 482; Bachrach, 1973:66-68)

Vizigot kralı I. Theodorik, Attila ile hareket eden Alan, Burgund, Frank, Sarmat, Saksonlar gibi Galya ordusunun büyük bölümüyle karşı karşıya geldi. Attila, savaş için uygun bir yer aramak ve rakiplerini oraya çekmek için geri çekildi (Jordanes, s. 112; Sidonius, s. 330 vd.) Bu sırada ordunun moral gücünü arttırmak gayesiyle topladığı askerlere bir konuşma yaptı. Jordanes’in yazdıklarına göre Attila şunları söylemiştir: "Ordusunun sendelemeye başladığını gören Attila, onları şu sözleriyle cesaretlendirmeye çalıştı: Bu kadar çok kavim üzerinde kazandığınız zaferlerden sonra, şimdi dünyayı istilâ etmek üzere olduğunuz sırada sizi gayrete getirmeyi uygun bulmam. Çünkü bu ancak acemi komutanlara, tecrübesiz orduya karşı söylenir. Zaten savaştan başka bir şey tanır mısınız ki siz. Bir erkek için, elinde silâhı ile intikamını alması kadar güzel bir şey var mıdır? Tabiatın, kalbi intikam hırsıyla doldurması en büyük bir lütuftur. Bunun için her halükarda düşmana hücum edelim. Çünkü daima ilk hücum eden daha cesurdur. Bu birleşmiş çeşitli kavimleri önemsemeyiniz. Zaten müdafaa için birleşme de korku alametidir. Görüyor musunuz? Daha hücumdan evvel onları korku sardı. Tepelere çıkmak istiyorlar. Fakat buraları da onları kurtaramıyacak. Düz yerlerde sığınacak yer arayacaklar. Bunu da başaramayacaklar. Romalıların pek beceriksiz silâh kullandıklarını biliyoruz. Bunun onlar için ilk başarısızlık belirtisi olduğunu söyleyemem. Fakat toz tabakası onların aleyhindedir. Disiplinsiz bir surette birleşerek kalkanlarıyla savunma yapmak istiyorlar. Bunlara asla önem vermeyerek Alanlar ve Vizigotların üzerine hücum ediniz. Burası savaşın en çetin olacağı yöndür. Sinirler kesilince, uzuvlar düşer ve kemikler çökerse vücut kendini tutamaz. Kalpleriniz heyecanlansın, adetiniz üzere heyecanla hücum ediniz. Silâhlarınızın kuvvetini, Hunların azametini gösteriniz. Eceli gelen rahat yatağında da ölür. Savaş olmamış olsa idi bu kadar kavim üzerinde Hunlar hakim olarak kalabilir miydi? Maeotis kapalı, gizli yollarını asırlardan beri atalarımıza niçin açtı? Başarıdan eminim. Bu savaş meydanı Hunlara iyi gelecek, talih vadetmektedir. Düşmana ilk oku ben atıyorum ki, okumun değdiği adam ölmüş insan demektir. Zira Attila savaş yapmaktadır"(Jordanes, s.110-111)

Ayrıca Attila bu sırada civarda askerlerin bulduğu kâhinden, bu savaştan kimin galip geleceğini sordu. Ayrıca bir koyun kesilerek, kürek kemiği ateşte yakılmış, kemiğin ateşte aldığı şekille harbin neticesi öğrenilmeye çalışılmıştı. Çıkan falın neticesine göre düşman komutanı ölecekti. Fakat Hunlar’da mağlûp olacaktı (Orkun, 1933: 71) Her ne kadar Türkler’de kürek kemiğini yakarak fala bakmak adeti biliniyorsa da (İnan, 1986: 154-156), kaynaklarda Attila için verilen bilgilerin teferruatı tam olarak anlaşılmamaktadır. Günümüze kadar ulaşan bilgilere, özellikle Galya kaynaklarına göre iki ordu, Maurica veya Mauriacum bölgesini çeviren ve antik şehir Trecas (Tricassis-Tricassira- Troyes)’den 5 Roma mili (yaklaşık 7,5 km.) uzakta bulunan düzlükte karşılaştılar. Yani Campus Mauriacus veya Mauriacum Campanum’da karşı karşıya geldiler. Diğer coğrafî anlamda Campania denen düzlükte, Seine (Sen) nehrinin sol kıyısında ve Galya’lı olmayan yazarlar tarafından söylenen Catalaunum’da savaş olmamıştır (Jordanes, s. 13-114; Gibbon, 1988: 242 vd.; Echkardt, 1928: 105-107; Alföldi, VI/1928: 108-111; Váczy,.114; Bóna,1991: .94)

Harbin zamanı tam olarak bilinmemekteydi. Aureliani 14 Haziran’da Attila’nın kuşatmasından kurtuldu. Yaklaşık 180- 200 km. uzunluğundaki bir alandan geri çekilme hazırlıkları en az iki hafta sürdü. Bu açıdan savaş Haziran ayının son günlerinde olmuş olmalıydı6. Tricassis önündeki 5.mili gösteren tâcın çevresindeki bölge, tahminen Sen nehrinin geçiş yerinden yararlanılarak Aureliani- Tricassis ana çizgisi boyunca yapılan şiddetli çarpışmanın bir yeriydi. Düzlükteki savaş kuzey, kuzeybatı yönünde ağırlık kazandı (Johannes De Thurocz, 1985: 40-44; Fischer, 1896: 107-109) Tricassis’in kuzey-batısında Sen kıyısının solunda kurulmuş küçük Antik kent Brolium’un 18 km. yakınında, Attila’ya tabi Germen savaşçıları, savaştan önce veya hemen sonra Tricassis Başpiskoposu aziz Lupus’un emriyle kralın önüne çıkmak isteyen Maximianus’u ve onun yol arkadaşlarını öldürdü. Bu durum Hunların sağ kanadının Brolium’un yanında bulunan Sen nehrinin diğer önemli geçiş yerini savunduklarını veya savaştan sonra oradan, Pouan-sur-Aube yönüne doğru çekildiklerini gösterdi. Brolium, Orta Çağın ilk zamanlarından beri, Hun devrinde ölen birisinin adını taşıdı (Saint Mesmin). Olaylar bu isimle hiçbir zaman var olmamış olan kutsal Memorius ile ilgili efsanelerde farklı anlatıldı (Bóna, 1991: 96-97)



30 ile 50 bin arasında olduğu kabul edilen Hun askerlerin sayısı (o devre göre hayli fazla bir sayı idi), eski ve yeni tarihçiler tarafından oldukça çarpıtıldı (Démougeot, 1958: 7-42; V. De Caen, 1990: 24-26) Öğleden sonra üçten, akşam karanlığı çökene kadar süren dehşet verici savaş hiçbir galip taraf getirmedi. Attila, karanlık çökerken karargâhına döndü, tahta araba ve eyerlerden bir set oluşturdu. Vizigot-Roma ordusu, Hunların yoğun ok yağmuru sebebiyle, karargaha saldıramadı ve karanlığın çökmesi sebebiyle onlar da karargahına geri döndü. Aetius ise geceyi kalkanların koruması altında geçirdi (Adreoli, 1927: 146-152; Váczy, 114-115; Schreiber, 1978: 219 vd.) Hun karargahının yahut savaş yerinin yakınlarında son zamanlarda bir Hun kazanına ait kırık parça bulundu. Bunun Attila’nın akrabası olduğu iddia edilen ve savaşta ölen Laudarik’in gömülmesiyle ilgili olup olmadığı kesin olarak saptanamadı. Vizigot kuvvetleri atından düşen ve o sırada Ostrogot soyundan Andagis tarafından mızrakla öldürülen kralları I. Theodorik’in cesedini de yanlarına alarak, savaşta başından yaralanan tahtın varisi Thorismund’un krallığını emniyet altına almak için hızla yurtlarına döndü (Thompson, 1948: 141-142; Stein, 1968: 317-337; Maenchen- Helfen, 1978: 104-06) Diğer müttefikler dağıldı. Aetius ise, fazla önemi olmayan kendi askerleri ile bir süre karargahta kaldı. Daha sonra Tricasis Başpiskoposu Lupus’un Ren nehrine kadar yol gösterdiği Attila’yı takip etmek istedi. Fakat perişanlığından bunu başaramadı (Jordanes, s.108-114; Alföldi, 1934: 53-57; Jones, 1973: 192-201).



Ülkesine geri dönen Attila, bu sırada Tuna üzerinden kendisine gönderilen ve görüşmek isteyen askerî üst komutanı Apollonius başkanlığındaki Doğu Roma elçilik heyetini kabul etmedi. Vergilerin ödenmesini isteyerek, onları yeni bir harple tehdit etti8. Bu arada savaşa katılanların sayısı, verilen kayıplar ve harbin neticesi mevzuları oldukça ihtilaflıdır. Batı Roma üzerine yürüyen Hun ordusunun miktarını bazı yazarlar 500.000’e kadar çıkarmışlardır. Ayrıca savaş alanında her iki tarafın ölü sayısının 300 ila 500 bin arasında olabileceğini de söylemişlerdir. Savaşan her iki tarafında, müttefikleriyle beraber kalabalık bir ordu teşkil ettikleri, harbin neticesinde çok sayıda kayıp verdikleri biliniyorsa da, verilen rakamların hepsi mübalağalıdır. Nitekim, devrin şartları ve nüfus hareketlerine göre, Attila’nın harb meydanındaki ordusunun 20-30 bin arasında olduğu, her iki tarafın kayıplarının sayısınında, Jordanes’in bahsettiği 165’in en fazla 1/5’i kadar olduğu tahmin edilmiştir (Maenchen- elfen, 1944-45: 239). Savaşı kimin kazandığı meselesinde de tam bir fikir birliği bulunmamaktadır. Umumiyetle Roma kaynaklarına, kilise tarihlerine ve destanlara atfen Attila’nın mağlûp olduğu kabul edilmektedir. Fakat batı kaynaklarının kendileri dışındakiler için verdiği bilgilerin ne ölçüde güvenilir olduğu göz önüne alınırsa, neticenin öyle olmadığı görülebilmektedir. Çünkü çok üstün gördükleri medeniyetlerinin, nereden geldiklerini bilmedikleri bir kavim tarafından mağlûp edilebileceğini kabul etmek istememişlerdir. Bu arada harbin feci sonuçlarına bakarak, harbin galibi ve mağlubu olmadığı da düşünülmektedir. Bütün bunların yanında Attila’nın, açlığa, salgın hastalıklara rağmen ordusunu ülkesine sağsalim döndürebilmesi, aradan bir yıl geçmeden yine güçlü bir şekilde Roma önlerinde görünerek büyük bir dehşet, korku verebilmesi, Roma hükümeti ile perişan ve az sayıdaki ordunun aczi göz önüne alındığında, zafer ve başarının Attila’ya ait olduğu anlaşılacaktır (Szász, 1943: 296-298; Altheim1952: 183-186; Várady, 1969: 42 vd.)



-----------------------------------------------------------

Savaş sırasında iki ordunun dizilişi şu şekilde idi: Hunlar, Attila’nın kumandasındaki ordunun merkezini teşkil ediyordu. Sol cenahta üç Kardeş Valamir, Theodemir ve Videmir’in idaresindeki Ostrogotlar; sağda ise Ardarik’in yönetimindeki Gepidler ve diğer kavimler bulunuyordu. Karşı tarafta ise Aetius Romali kuvvetlerin başında olarak sol kısımda, sağ yanda Ostrogotların karşısında olacak şekilde Vizigotlar, ortada ise Burgundlar, Franklar, Alanlar ve diğer yardımcı kuvvetler yer tutuyordu. Jordanes, s. 113; B. Szász, A Hunok Története Attila Nagykirály, s. 291-296; H.N. Orkun, aynı eser, s. 70; Th. Mommsen, aynı eser, s. 542-544; C.D. Gordon, aynı eser, s. 105-108; F. Altheim, Attila et Les Huns, s. 179 vd.

-----------------------------------------------------------

Attila’nın akrabası olduğu söylenen Laudarik’in, onun kayınbiraderi olabileceği de ileri sürülmüştür. Th. Mommsen, Gesammelte Schriften, IV, s. 542-543; I. Bóna, Das Hunnenreich, s. 97

-----------------------------------------------------------

Damaskius, Hunlarla Bati Roma arasında vukû bulan Campus Mauricius savaşını oldukça değiştirerek anlatmıştır. Nitekim Attila’yı Roma’ya kadar ilerletmiş, savaş yeri olarak da Roma önlerini göstermiştir. Oysa bunların hiç biri gerçek durumla ilgili değildir. Buna rağmen verdiği bilgiler, savaşla alakalı insanların şuurunda oluşan değişik duyguları yansıtması bakımından önemlidir. A. Westermann, Damişcii Vita Isidori, Paris, 1862,s125-126;E.A.Thompson, aynı eser,s.143.

Attila’nın İtalya Seferi ve Ölümü

452 yılının ilkbahar sonlarında Attila, ordusu ile Pannonia’dan hareketle ve Aetius tarafından çok az müdafaa edilen Juli Alpleri’nin dağ boğazını geçti (Historia Nova,MDCCCLXXXVII, s. 26-27;. Ferrill, 1986: 150-151; Thompson, 1948: 144vd.) Dahilî karışıklıklar ve saray entrikaları sebebiyle Aetius, Attila’nın ilerlemesine karşı tedbir alamadı. Attila, surlarla çevrili, ileri harekâtına mani olan Aquileia şehrinin önlerine kadar kolayca ulaştı. Bu şehir, imparatorluğun doğu sınırlarını müdafaa eden bir konumda idi. Bu yüzden çok iyi tahkim edilmiş bir vaziyette idi. Burayı koruyan askerler, Alarik ile Antala’nın komutası altındaki Gotlar idi. Şehir Hunların hücumlarına karşı üç ay direndi ve hiçbir zaman teslim olmayacak intibaı uyandırdı. Çevredeki meskûn yerleri ele geçirmiş olan Hunlar arasında, erzak azlığı nedeniyle huzursuzluk baş gösterdi. Attila ise stratejik önemi çok büyük olan böyle bir yeri ele geçirmeden ilerlemeyi uygun bulmadı. Bu sırada bir leyleğin yavruları ile birlikte Aquileia’yı terketmekte olduğunu gördü. Attila, bundan faydalanarak askerlerinin cesaretini arttırmak gayesiyle onlara hitap etti. Jordanes’in anlattıklarına göre şunları söyledi: "Üstün bir önseziyle yaratılmış olan bu kuş, bu şehrin kendisini koruyamayacağı, orada emniyette olamayacağına kanaat getirerek yuvasını bırakıp gitmektedir. Bu, kaleyi koruyanların artık şehri müdafaa edecek güç ve imkândan mahrum olduklarının kati işaretidir. Demek oluyor ki, artık muhasaramıza uzun süre dayanamayacaklardır". Bu konuşma Hun askerî arasında müthiş bir tesir yaptı ve Attila, üç aylık sıkı bir kuşatmadan sonra deniz, nehir ve bataklıklarla korunan, şiddetle hiçbir zaman ele geçirilememiş, bütün imparatorluğun 9. büyük şehri Aquileia’yı ele geçirerek tahrip etti (Jordanes, s. 114; V. De Caen, 1990:28-29; Altheim, 1952:189; Becker, 1915:75-77) Bu şehir düştükten sonra Attila İtalya’ya girdi. Altinum, Padua yahut Concordia gibi şehirleri de harabeye çevirdi (Szász, 1943: 348-349; Hutton, 1915: 65 vd.;Thompson, 1948: 145-146).

Buradan Vicentia (Vicenza), Verona, Brexia (Brescia), Pergamo ve Mediolanum (Milona) üzerinden Ticinum (Pavia)’a kadar uzandı. Kendisine kapılarını gönüllü olarak açmayan kentleri ateşe verdi. Bu durumda ise çoğu teslim olmayı tercih etti9. Hunların ilerlemeleri İtalya’yı korkuttu ve dehşete boğdu. İmparator Valentinianus, Ravenna’deki saraydan kaçtı. Bu arada Aetius, Doğu Roma imparatoru Marcianus’dan yardım istedi. Fakat onun askerleri ile yardıma gelmesi çok uzun zaman alacaktı (Bury, .... 290 vd.; Hutton, 1915: 55 vd.; Sinor, 1990: 195) Bu durum karşısında Batı Roma imparatoru III. Valentinianus Roma hükümetini topladı. Doğu Roma’nın yaşadığı tecrübelerden de yararlanarak bir çözüm yolu bulmaya çalıştı. 450 yılının konsülü ve gözde senatörlerden biri olan Avienus’un önderliği altında, Roma şehrinin valisi Trigetius ve Papa I. Leo (Büyük Leo) Attila’ya elçi olarak gönderildi. Umutlarını, 435’de Hippo Regius şehrinde Vandalların şeytanî kralı Geiserik ile antlaşmayı başaran Trigetius’a bağlamışlardı. Elçilik heyeti, Po ve Mincio ırmaklarının birleştiği yerde bulunan Attila ile görüştüler. Ateşkes istediler ve sonunda başarı elde ettiler (Jordanes, s.115; Thompson, 1948: 147-148; Padányi, 1989: 60) Hıristiyanlık âleminin en büyük ruhani şahsiyeti olan Papa Leo, Attila’nın ayağına gitmeden evvel, özel merasimlerde giyilen muhteşem papalık elbisesini giymiş ve büyük Hun imparatorunun huzuruna böyle çıkmıştı. Attila Papa’ya gayet nazik muamelede bulunmasına rağmen, aralarında geçen konuşma bilinmemekteydi. Fakat aralarında ne geçmiş olursa olsun, neticede Romalılar bağışlanmak için yalvarmışlardı (Thierry, 1865: 207-214; Bierbach, 1906: 48 vd.)



Yanlarında getirdikleri esirler Hunlara teslim edildi. Bunun yanında Attila’nın hâkimiyetinin göstergesi olarak fazla miktarda altın da verildi. Bundan sonra Attila, Batı Roma’yı da hâkimiyeti altına aldığına inanarak İtalya’yı terketti ve Tuna nehri gerisine geri döndü. Aquilaea’nın kuşatması sırasında ordu epey kayıp verdi. Daha sonraları gömülmeyen ölüler yüzünden Kuzey İtalya’da, yaz sıcağında salgın hastalık başgösterdi. Bu sebeple Attila geri dönüşünü geciktirmedi. Yorgun olan ordunun yolda özellikle Doğu Roma ordusu ile karşılaşmaması için dönüş yolunu ayrı bir güzergâhtan, Adise ırmağı tarafından seçti10.



Attila, ordusu ile Kuzey İtalya’da bulunurken, Doğu Romalılar Tuna’yı geçti ve Hun sınır birliklerine saldırdı. Ayrıca Aetius’a da yardımcı birlikler gönderdi. Bu sebeple merkezine dönen Attila, İmparator Theodosios zamanından kalma vergi paralarının derhal ödenmesini istedi ve Doğu Roma’yı savaşla tehdit etti. Ayrıca kendisinin Roma önlerinde bulunmasını fırsat bilerek isyana teşvik eden Kafkasya Alanları üzerine de ordu göndererek, onları te‘dib etti (Orkun,1933: 79) Attila, Doğu Roma’nın yeni imparatoru Marcianus’a karşı te‘dib seferi düşündüğü ve önündeki son güç Sasaniler üzerine büyük bir harekata hazırlandığı sırada, yeni yaptığı evliliğin zifaf gecesinde ağzından, burnundan kan boşalması suretiyle öldü (453 ilkbaharı)11.





9 Attila’nın Mediolonum (Milan)’daki saraya girdiği zaman; imparatorun tahtına oturup, tâbi kralların imparatora ezik bir vaziyette hediyeler sunduklarını tasvir eden bir fresk gördüğü, bunun üzerine, yanına bir ressam çağırtarak kendisini tahtında oturur ve Doğu ile Batı Roma imparatorlarını Küçülmüş, yere kapanacak şekilde bükülmüş, yıllık ödedikleri vergileri sembolize eden paraları çuvallardan ayaklarının ucuna boşaltır halde resim yapmasını emrettiği anlatılmaktadır. A. Thierry, aynı eser, s. 189-205; E. Babelan, Attila dans la Numişmatique Revue Numişmatique, 1914, s. 300-312.

10 Attila’nın yakın çevresi, onun istikbalinden korkarak, bir zamanlar Vizigot kralı Alarik’in Roma’ya girmesinden sonra yok olmasını misal göstererek, onu bu seferden vazgeçirmeye çalışmışlardır. Priskos, s. 58.

11 Attila’nın Roma seferi dönüsünde evlendiği Ildico’nun menşei belirsizdir. En çok Germen yahut Got asilli olduğu üzerinde durulmuşsa da, kimliği kesin olarak tespit edilememiştir. Özellikle daha sonraki destan ve efsanelerde ismi ve asli iyice karışmıştır. Bu arada Attila’nın o devir için bilinmeyen bir hastalıktan mı öldüğü, yoksa gerdeğe girdiği eşi tarafından mı öldürüldüğü meselesi de bilinmemektedir. Yalnız eğer eşi tarafından bir cinayete kurban gitseydi bunun tesirleri çok daha farklı olur ve planlı olması gereken hadise değişik tarihi kaynaklarda mutlaka akis bulurdu. Bu olay sonraları sadece destanlara yansımıştır. Çünkü tarihî ana kaynaklar vakada maalesef suskun ve yetersiz kalmaktadır. B. Szász, A Húnok Története Attila Nagykirály, s. 362-363; E.A. Thompson, A

Attila Sonrası Dönem ve Devletin Çöküşü

Attila Sonrası Dönem ve Devletin Çöküşü

Attila'nın ölümünden sonra, hatunu Arıkan'dan üç oğlu: sırasıyla İlek, Dengizik, İrnek babalarının yerini tutamadılar. İmparator olan İlek ayaklanan Germen kavimleri ile yaptığı Netao (Avusturya'da) savaşında hayatını kaybetti (454). Çok cesur, fakat siyasi zekadan mahrum Dengizik, imparatorluk birliğini yeniden kurmak için neticesiz mücadeleler içinde çırpına çırpına nihayet bir Bizanslının kılıcı ile can verdi (469). İrnek ise bu savaşlara katılmamış, kardeşlerinin ölümünden sonra, artık orta Avrupa'da tutunmanın zorluğunu anlayarak, savaşlarda yorgun düşen Hunlar'ın büyük kısmı ile, Bizans'tan geçiş müsaadesi alarak Karadeniz'in batı kıyılarına dönmüştür. İrnek idaresindeki Hunlar'ın, önce güney Rusya düzlüklerinde görülen, sonra Balkanlarda ve Orta Avrupa'da birer devlet kuran Bulgarlar ve Macarlar'ın teşekkülünde büyük rol oynadığı anlaşılmaktadır. Geleneklere göre, Bulgar-Türk Devletinin kurucusu Dulo sülalesi ile, Macar kabilelerini Tuna boyuna getirerek orada yerleştiren Arpad hanedanı İrnek'i ata tanımaktadırlar. IV. asırda Hunlar'a Volga'dan batıya doğru rehberlik eden geyik motifli "sihirli geyik" efsanesinde Hunlar'la Macarlar (Hunor-Mogor) kardeş gösterilmiştir. Nihayet Macaristan'da yaşamış olan Sekeller'in Hunlar'ın çocukları olduğu zannını uyandıran bir Başbuğ Çaba efsanesi vardır

Nedao Savaşı


Nedao Savaşı M.S. 454 yılında Tuna Nehrini bir kolu olan Sava Irmağı civarında olan ve Roma İmparatorluğu devrinin bir eyaleti konumunda olan Pannonia (topraklarının çoğu günümüz Hırvatistan'ını ve Avusturya'nın güney kısmını kapsamaktadır) bölgesinde Hunlar ve düşmanları olan Gepid ve Ostragot krallıkları arasında cereyan etmiş ve daha sonraları Nedava ismi ile adlandırılan bir savaştır. Hun imparatoru Attila'nın ölümünden sonra dağınık Germen kuvvetleri Gepid Kralı Arderik'in komutası ile bir araya gelerek ayaklandılar. Gepid Kralının maksadı Ostragotlarla da ittifak yaparak Hunları Tuna nehrinin üst kısmına atmaktı. Gepid Kralı Arderik'in maksadına olumlu yaklaşan Ostrogot Kralı Theodemir bu ittifaka katıldı. Böylece Germen kabilelerinin ayaklanmasıyla oldukça güç durumda kalan Atilla'nın halefi olan oğlu İlik bu ittifakı dağıtmak için komutası altında ki Alanlarla ve bazı Ostragod kavimleriyle birlikte bu gücün karşısına çıktı. İki ordu 454 senesinde günümüz Avusturya’sında bulunan Nedao'da karşılaştı. Tarihçiler her iki tarafın asker sayısında net bir bilgi sunamadıklarından bu hususta bir bilgi mevcut değildir. 6 yüzyılda yaşamış olan tarihçi Jordanes bu savaş hakkında şu bilgileri sunmaktadır.



Ve en cesur uluslar kendi barışlarını sağlamak maksadıyla bir araya geldiler. Daha sonra Gotların mızraklarıyla savaştıkları, Gepidlerin kılıçlarıyla kırıp geçirdikleri, Rugilerin (bir Germen kavmi) zıpkınlarıyla, Herulilerin (bir Germen kavmi) hafif donanımlı savaşçılarıyla düşmanlarının yaralılarını kırdıkları, Suavilerin (Suebler olarak ta bilinen bir Germen kavmi) ayakta muhabere ettikleri, Hunların atlı ve yaylı kuvvetleriyle, Alanların ise ağır donanımlı kuvvetleriyle savaş hattına ilerledikleri yerde olağanüstü bir görüntü ortaya çıktı.



Hunlara karşı bu neticeyle Orta ve Doğu Avrupa'da üstünlük sağlanmıştı. Bu savaşta liderleri İlek'i de yitiren Hunlar derin bir darbe almıştı. Geride kalan bir avuç Hun kuvveti de Arderik'in uzun süren bir kuşatması sonrası yerlerinden sökülüp atılmıştı.
 
GOOGLE.Com.Tr Netbul Site Ekle site ekle Site Ekle.gen.tr
Zirve100 Toplist